Türkiye'nin İstanbul ve Çanakkale'deki boğazları savaşta ve barışta kontrol ve denetleme hakkına sahip olduğu Montrö Boğazlar Sözleşmesi, 87 yıl önce 20 Temmuz'da imzalandı. Montrö, 13 yıllık modern ve genç cumhuriyetin nice önemli miraslarından biridir. Bu sözleşmeden 13 yıl önceki 24 Temmuz'da ise, Lozan Antlaşması gerçekleşti. Bu antlaşma, düşmana boyun eğen saltanatı hilafetten ayırarak kaldıran ve antlaşmadan 3 ay sonra ulus devletin güvencesi olan cumhuriyeti kuran kadronun mükemmel bir müzakere taktiğiyle sonuçlandı. Türk tarihindeki temsil yeteneğinin, diplomasi üstünlüğünün yeni bir zaferiydi bu. Lozan, aslında kurulacak olan cumhuriyetin dünyaya duyurulan en net belgesiydi. Özetle, Türkiye'nin sömürücü yabancılara karşı tapusu olup, hakkı olan toprağını geri aldığı, kendi topraklarında başka bir devlet kurdurmadığı, yurdun düşman askerinden arındırıldığı, işgalci kirli emellerin Türkiye üstündeki hakları olan kapitülasyonların kaldırıldığı, 143 maddeli, süresiz ve gizli maddesiz olan Lozan Antlaşması'nın 100. yılındayız. Lozan Antlaşması'nın 2023'te bittiğini ve gizli maddeli olduğunu sanan cahillere bu gerçek yeni bir ders olsun!
Türkiye en değerli kaynaklarını yabancıların elinden alıp, Lozan Antlaşması ile kendi denetimine katarak ekonomik yükselişini gerçekleştirmiştir. Lozan, emperyalist yabancıların göz koyduğu toprakları ve suları savaş meydanlarından sonra masada kaybettiği yerdir. Padişahın ve saltanatın, her biri sömürücü sırtlan kümesi olan yabancı devletlere boyun eğdiği puslu ortamda cumhuriyeti kuran kadrolar, azı dişli canavar olan Batı ve ortaklarını İsviçre'deki masada kök söktürüp mağlup etmiştir. Atatürk'ün sözleriyle: "Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zaferdir."
Lozan'da, Türk kökenli olmayıp, uzun yıllardır Türk topraklarında yaşayan azınlıklara uluslararası hukuka göre hakları sağlandı. Eski siyasi ayrıcalıklar, cemaatlerin ve patrikanenin ayrıcılıkları sona erdirildi. Bugün, Türkiye'de kalan azınlıklar vergisini veren, Türk kültürüne yabancı olmayan, bu topraklara aidiyet hisseden, devlet çatısı altında kendini geliştirme imkanı bulan vatandaşlar olup, yaşamlarına devam edenlerdir. Lozan'da karşılıklı göç ettirenler ise, kültür birliği yaptıkları soydaşlarına uyum sağlayacakları düşünülerek, yaşamlarını özgürce sürdürecekleri ülkelerinde kendi topraklarına yerleştirildi. Türkiye ve Yunanistan arasındaki karşılıklı göç ve savaş sonrasına yansıyan esir sorunu büyük bir tittizlikle çözüldü.
Ne acıdır ki, Lozan'ın ve Cumhuriyet'in 100. yılında Türk milletinin yüreği buruk. Türk kültürüyle bağı olmayan vasıfsız ve niteliksiz sürüleri vatandaş yapıp, onlara ayrıcalıklar vermek, AKP iktidarının işgal yıllarında yabancıya boyun eğen padişahlık ve saltanatının politikasından bile kötü bir durum. Ne de olsa savaş yıllarında güçlü işgalciler için azınlıklar hep bahaneydi ve azınlıkları kışkırtmak için işgalciler adeta kuduruyordu. Padişahlık makamı ise, olan biteni pasiflikle izliyordu. Bugünün Türkiye'sinde ise, Türk halkı bir savaşta değilken sığınmacılara açılan kapılar ve verilen vatandaşlıklar AKP'nin tıpkı Osmanlı'nın son dönemlerde iyice artırdığı Türk düşmanlığı barındıran icraatlarının yeni örneğidir. En azından padişahlık yabancılara karşı savaşta zor durumdaydı. Fakat AKP, huzurunu yaşamak isteyen Batılılara ve niteliksiz olup uygar olmadıkları için gittikleri yere uyum sağlamak konusunda sınıfta kalmış Suriyeli ve Afganlara zor durumda değilken kendi elleriyle müthiş bir imkan sundu. Sığınmacı ve yabancıların vatandaş oluşu güvenliğe, ekonomiye ve Türkiye'nin geleceğine telafisi çok zor olan zararlar veriyor. Yani, 100 yıl sürecek olan Osmanlı borçları 1923''teki Lozan zaferiyle hafifletilse de o borçlar ancak 1954'te bitirilse de, o savaş şartlarında bile işgalcilerin başaramadığını bugün Batı'nın büyük birliği olan AB, sığınmacılara sağladığı fonlar eşliğinde işbirlikçisi AKP ile başarmaktadır. Lozan'da Yunanistan'dan savaş tazminatı alan Türkiye, AKP Türkiye'sinde sığınmacı barındıran desteği Batı'nın rahatı, kendi vatandaşlarının huzursuzluğu için almaktadır. Ayrıca sığınmacıları Batı'ya karşı koz olarak kullanan tek adam yönetimi, sığınmacıların aslında resmen bir tehdit olduğunu itiraf ederek, rezil bir duruma düşmektedir. Anayasayı umursamayan, pasif hukukçular ve muhalefet sayesinde resmen makam işgal etmiş bir cumhurbaşkanı bile sığınmacıların tehdit olduğunu açıkça kabul etmektedir. Cumhur İttifakı sayesinde Türkiye'nin geleceğinde sığınmacılar ve yabancılar bizzat söz sahibi yapılmak istenmektedir. Bu, Lozan'la birlikte tarihin çöplüğüne gönderdiğimiz Sevr Antlaşması kadar büyük bir tehlikedir.
Yıkılan saltanatın İstanbul'daki temsilcilerini Lozan'da masaya oturmak için kabul ettirmeyip yok saydıran, bu nedenle sömürücülerin planını bozan Mustafa Kemal'in dehasıydı. Saltanatı Lozan'dan aylar önce tüm olasılıkları düşünerek yıktığını kanıtlayan milliyetçi direnişin resmi kalesi ve sembolü Ankara'daki Birinci Meclis'ti. O direniş kadroları devrimci iradeye sahip olan ve padişaha boyun eğmeyen özgürlükçü kadrolardı. Ne acıdır ki, Lozan'ın 100. yılında köylünün ve kentlinin ağalığını yapan aşiretler, müritlerini peşine takan tarikatlar, tüm bunlar yetmezmiş gibi, vatandaşlık alan yabancı ve sığınmacılar Türkiye'de kol gezmektedir. Zihinlerde ve ekonomide bağımsız olamayanlar, asla özgür düşünemezler. Hele ki, tarikat önderine, aşiret ağasına kafada bağlı olan ve ülkesini terk ederek kültürüne yabancı olduğu bir yere gelen vasıfsızlar hiçbir şekilde özgür değildir. Oysa şeyhlerin, dervişlerin ve ağaların köleliğini yapan müritlerin, bir gücün altına sığınıp gölge gibi yaşayanların kula kulluk edeceğini bilen özgürlükçü cumhuriyetin CHP'li kadroları, demokrasinin özü olan halkçılık ilkesini, din ve dünya işlerini sosyal yaşamda karıştırmayan özgürlüğün anahtarı olan laiklik ilkesini, dahası ortak kültürü her türlü sömürüye karşı diri tutan milliyetçilik ilkesini bu tehlikelerin farkında olarak oluşturmuşlardı. Bugün, Türkiye'nin ileriye gitmesi için en başta tarikatları, aşiretleri ve sığınmacıları tamamen bitiren politikalar uygulaması gerekmektedir. Mafyalaşmış bir çete devletine karşı muhalefet, bu gerçeği dilinden düşürmemelidir. Saltanatın kaldırılması, Lozan Antlaşması, cumhuriyetin ilanı, hilafetin kaldırılması, tarikatların kapatılması, Montrö Sözleşmesi, hatta bugün Türk nüfusun azaldığı Hatay'ın Türkiye sınırlarına katılması, aslında zincirleme bir şekilde birbiriyle bağlantılı olan paha biçilmez devrimci miraslardır. Bu mirası hiçe sayanlarsa, bugünkü Cumhur İttifakı ve Atatürk Cumhuriyeti'nin tüm düşmanlarıdır.
Önümüzde çok önemli yerel seçimler var. Milliyetçi söylemleri bile milliyetçi olmayan Cumhur İttifakı'na İHA, SİHA ve Togg gibi araçların basit kandırmacalarıyla kaptıran Millet İttifakı'nın 2 önemli simgesi CHP ve İYİ Parti, Zafer Partisi de dahil yerel seçimleri genel seçimler havasına sokmalıdır. Muhalefet, İstanbul'u ve bugünkü Türkiye'yi yok sayıp, yabancıların hayalinde kalan Sevr Antlaşması gibi değiştirmenin bir başka adımı olan Kanal İstanbul Projesi'ne karşı, ciddi bir propaganda yapmalıdır. Muhalefet, Rusya-Ukrayna Savaşı'nda AKP'nin kozu haline gelen Montrö'deki sözleşmeye, aynı AKP'nin aslında bu projeyle ihanet edeceğini belirtmeli, kalabalıklaşan İstanbul'un doğasının ve nüfusunun bozulup şehrin iyice yaşanmaz hale geleceğini ısrarla ima etmelidir. Muhalefet, Kanal İstanbul Projesi'ne karşı olan, bunun için Montrö Sözleşmesi'nin delineceğini önemli bir bildiri yayınlayarak açıklayan ve bundan dolayı gözaltına alınan emekli amiraller gibi Türkiye'nin güvenliği, doğası ve ekonomik bağımsızlığı için meydanlarda çok net bir tavır koymalıdır. Muhalefet, sınırlardan terör örgütlerine silah yardımı yaptığı ortaya çıkan bir iktidara, Kanal İstanbul konusunda hiçbir şekilde güvenilmeyeceğini ve bu projeyle Türk diplomasisinin zor durumda kalacağını halkın zihnine kazımalıdır. Muhalefet, tarikatların musluğunu kesen İstanbul ve Ankara'daki büyükşehir belediye anlayışının devletin geleceği, halkın vergisi ve parası için ne kadar önemli olduğunu halka çok iyi anlatmalıdır. Kendi içindeki iç çekişmeleri geride bırakıp, sahada iyi örgütlenen akılcı bir muhalefet, ekonomide yabancı ve yeşil sermayeyi bitirip, halkçı söylemleri hayata geçireceğini ayrıca vurgulamalıdır. Yine muhalefet, bir önceki yerel seçimlerde ülkenin bekasından bahsederek, Millet İttifakı'na iftira atan Cumhur İttifakı'na karşı, belediyelerde terör örgütlerinin olacağı yalanının nasıl boşa çıktığını haykırmalıdır. Son olarak, ülkenin beka sorununun Cumhur İttifakı'ndan beslenen sığınmacılar, tarikatlar ve aşiretler olduğunu anlatan bir muhalefet, bırakın kendi kitlesini, iktidar ve ortaklarının seçmeni olan vatandaşın bile takdirini kazanıp, onları sandığa çekecektir.