Cüneyt Akalın’ı İstanbul ormanlarına canı gibi sahip çıkan ve her türlü talana karşı duran Beykoz Kent Dayanışması’ndan tanırım. Kavacık’ta oturur.
Onu tanımama aracılık eden TİP’in Beykoz’daki ilçe başkanı Vahdettin Özkan’dır. Cüneyt abi, bir yaz günü Beykoz nasıl savunulmalı diye tartışmak için beni Vahdet abi aracılığıyla Göksu’daki teknesine çağırdı. Teknede Cüneyt abi, Vahdet abi ve Cüneyt abinin oğlu Ahmet Murat’la birlikte 4 kişiydik. Yavaş yavaş Boğaz’a açılacaktık ki, tekne daha dereden denize doğru açılmadan arıza yaptı. Biz de tekneyi bağlayıp Anadoluhisarı İskelesi’nin dibindeki çay bahçesinde oturup çay içtik. Cüneyt abi, o gün bir gezi borcum olsun dedi, bana. Öyle ki, teknenin arıza yaptığı o günden sonra yaz boyu beni belli aralıklarla en az 4-5 kez aramış, sosyal medyadan bizzat yazmış, bu da yetmemiş şahsıma borcu gibi bildiği o tekne sözünü tutması için arkadaşı Vahdet abiye bile beni defalarca aratmıştır. Ben de bazen işim çıktığımdan, bazen randevumla çakıştığından, hatta il dışında olduğumdan bir türlü gelemedim o tekneye. Zaten tekneyle gezmiş kadar oldum desem de Cüneyt abiye, o borç gibi gördüğü sözünü yerine getirememe endişesiyle adeta deli divane oldu. O an dedim ki, özü sözü bir insan tanımak gökten düşen bir kese altın bulmaktan daha sevindirici.
Geçtiğimiz günlerde Cüneyt abi beni aradı. Herhalde kış vakti tekneye gel demez diye düşündüm. Ki öyle de oldu. CHP’nin Beykoz’daki yedek yönetim listesinde olduğumu öğrendiği için ve benim Beykoz Kent Dayanışması’na Beykoz’daki sorunları bana iletin söylemime güvendiği için bir sorunu aktardı. Cüneyt abi, Kavacık’ta alışveriş yaptığı halk ekmek büfesini işleten, aynı zamanda CHP üyesi olan Aykut Ketenci'nin büfesine elektrik alamayışından bahsetti. Ben de konuyla ilgileneceğimi söyledim ve Cüneyt abiden Aykut Ketenci’nin telefon numarasını aldım. Benden yaşça büyük olduğunu öğrendiğim Aykut abiyi arayıp dinledim. Aykut abi, AKP’li Beykoz Belediyesi’nin büfesine elektrik alması için yazılı belge vermediğini söyledi. Ayrıca CHP’li meclis üyelerinin mağdur olduğundan epeydir haberdar olduğunu ve konuyla pek ilgilenmediklerini üzülerek belirtti. Bir de Beykoz’un AKP’li belediye başkanı Murat Aydın'ın Aykut abinin bir tanıdığına, Aykut abi için “O, rüzgara karşı işedi” diye sitem ettiğini iletti bana. Bir belediye başkanının kendince Aykut abiye verdiği neyin cezasıysa artık! Ya da nasıl bir kincilikse bu! Neyse. Telefonda konuşmamızın ardından birkaç gün geçti ve içim bir türlü rahat etmediğinden bizzat büfenin yolunu tuttum.
O temiz yüzlü adam süpriz bir kararla davetsiz gittiğim büfesinde beni bir güzel karşıladı. Hemen ardından beni bir tabureye oturtarak, bir şeyler ikram etmek istedi. Ben Aykut abiye, yemiş ve içmiş kadar oldum, dedim. Akabinde kendisinden derdini aceleyle değil, müşterilerini asla ihmal etmeden rahat rahat anlatmasını talep ettim. Konuşmaya başladık. Büfede elektrik yoktu. Ama İBB’nin taktırdığı klimayı gösterdi bana. Aklıma bir an 2009 yerel seçimleri öncesinde AKP güdümlü valiliğin Tunceli’de elektriği ve suyu olmayan bazı evlere beyaz eşya dağıtması geldi. Kanunsuz bir seçim rüşvetiydi bu ve o rezaleti seçim öncesi reklama çeviren yine bir AKP görgüsüzlüğüydü. Şimdi ise 2023 yılında Kavacık'taki büfede bir klima vardı ama tıpkı Tunceli’deki bazı beyaz eşyalar gibi o klimanın işlevi olmayacaktı. Nitekim, elektrik yoktu ve bunun nedeni kurnaz ve ayrımcı AKP politikasıydı. Aykut abi, içeride montla duruyordu. Yazın serinleme, kışın ısınma şansı yoktu. Yaz sıcağında meşrubat satıp, soğuk su bile içemezdi. Ekmeklerini zaten belli bir süreden sonra muhafaza edemezdi. Ayrıca kışın günler kısalınca karanlıkla mücadele etmek zorundaydı. Kısacası, adamcağızın maddi ve manevi zarar ortadaydı. 25 yıllık mazisi olan büfede 2,5 yıldır halk ekmek satılıyordu. Üstüne üstlük, Aykut abi yüzde 69 maluliyeti olan bir engelliydi. Ve engelliler için kurulan komisyon Beykoz’daki CHP örgütünden kaldırılmadan önce bu komisyonun başkanlığını yapmıştı. İşletmeyi de bir partili olarak değil, asla acındırma amacı gütmeyen bir engelli olarak aldığını takdir ettiğim gururuyla özellikle vurguladı. Tüm bu gerçeklere tanık olunca, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde engellileri anmaktan öte geçemeyen ya da engellilerle fotoğraf paylaşmayı şova dönüştüren samimiyetsiz bir siyasi anlayış acaba biraz olsun utanır mı, diye düşünmedim değil.
Sonra aklıma geldi şu geldi: İBB, İstanbul’un çeşitli yerlerine 142 mobil halk ekmek büfesi kurma kararı almıştı. Fakat belediye meclisinde AKP ve MHP oylarıyla bu teklif reddedilmişti. Bu büfelerden birinin Beykoz’da Paşabahçe’ye kurulacağını biliyordum. Beykoz’da ise 11 halk ekmek büfesi vardı ve bu ilçede elektriği olmayan halk ekmek büfesi henüz duymamıştım. Sadece birkaç yıl önce Ümraniye’de halk ekmek büfesi işleten Filiz Birge'nin AKP’li Ümraniye Belediyesi’nden elektrik için belge alamadığını hatırlıyordum. İşin aslı Cumhur İttifakı’na ait belediyeler İBB’nin sahibi olduğu onlarca halk ekmek büfesine yazılı belge vermeyip elektrik dağıtım şirketlerini devreye sokmuyordu. Haliyle bu konudaki tek mağdur Filiz Birge ve Aykut abi değildi. AKP’li Ümraniye Belediyesi tarafından Filiz Birge’ye büfesinin yaya ve araç yolunu kapattığı ve büfesinin bulunduğu ortamda estetik durmadığı gibi gerekçeler sunulmuştu. Oysa halka eziyet eden bu bahaneci AKP belediyeciliği anlayışı İstanbul’un doğasına, tarihine ve kültürüne Tayyip’in bile kabul edip "İstanbul’a ihanet ettik” dediği anlayıştı! Öyle ya, AKP ve estetik kelimeleri yan yana gelince sadece İstanbul’un bozulan silüetini düşündüğümüzde bile gayet eğreti duruyordu. Hele ki, bir halk ekmek büfesinin estetik durmadığını iddia etmek gülünç bir sebepti. Aykut abiye elektrik için belge verilmeyişi ve dağıtım şirketinin elektrik için devreye sokulmayışı ise büfenin ana yolda değil, ara yolda kalmasıydı! Tabi ki ara yolda olan nice halk ekmek büfesine elektrik verilmişti. Ama bahane işte, daha doğrusu halk düşmanlığıydı bu. Kaldı ki, Aykut abinin ekmek sattığı büfe Kavacık’ta bizim “Dörtyol” dediğimiz yere yürüme mesafesinde olan işlek bir yerdeydi. Hatta büfe Kavacık’ta halk pazarı kurulan yerin göbeğindeydi. Hoş, büfe ana yolda olsa ne olur, bulunduğu yer işlek olmasa ne olur, ara yolda olsa ne olur! Çamlıca Tepesi’ne yapılan camide sanki cemaat tıklım tıklım doluşarak 5 vakit namaz mı kılıyor örneğin? Çok mu işlek o cami? Ee, oraya tarihi bir kamu değerinin yeşilini hiçe sayıp şatafat ve reklam için tesisli bir cami yapacaksınız ama 100 yıllık cumhuriyette minicik bir büfeye elektrik vermeyeceksiniz! Nereden bakarsanız bakın, insan onuru ve aklıyla dalga geçmekti bu.
Büfenin yer aldığı o işlek noktadan vatandaşlar, hatta ağırlıklı olarak AKP’ye oy veren vatandaşlar Aykut abi sayesinde onlarca ekmek alıyor. Bütçelerine daha uygun ne de olsa. Ama İmamoğlu başkanlığındaki İBB, sahip olduğu halk ekmek büfelerinde basit bir hizmeti yerine getirmesin ya da aksatsın kötülüğünde olanlar, yani halkın ekmeğine gasp edenler oldukça ve onların sesi olması gereken muhalefet sustukça toplumun güvenmekte imtina ettiği siyasetçiler halka iyi bir enerji vermiyor. Sonuç mu: Halk da sorunlardan kaçan siyasetçilerden elektrik almıyor. Doğal olarak tiksiniyor onlardan.
Bundan birkaç yıl önce sözde yaya yolunu kapatıp trafiğe sebep oluyor bahanesiyle dönemin AKP’li Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, Necmi Göç’ün Paşabahçe Meydanı’ndaki büfesini kaldırmıştı. Büfeyi kaldıran AKP’li başkan Hacı abi ve büfesi kaldırılan asker emeklisi esnaf Necmi abi bugün hayatta değil. Ben bu haksızlığı gündeme taşıdığımda mecbur kalıp kiraladıkları yeni işletmeye beni davet ederek, orada beni güler yüzle ağırlayan merhum Necmi Göç’ün eşi Ayşe Göç’ün gözleri dolmuştu ve bana evladı gibi sarılmıştı, hiç unutmam. Şimdi o büfenin olduğu yerde taksi durağı var. Olsun tabi. Elbette durak da yaya trafiğine sebep olur, olacaktır da. Mesele bu değil, mesele bir hak sahibini yalan ve bahanelerle mağdur etmek, deyim yerindeyse hak sahibi olanın ekmeğine kan doğramak. O zamanlar yine bir haklının yanında olayım derken, bugünkü gibi resmi anlamda siyasi bir kimliğim de yoktu. Zaman zaman köşe yazısı ve haber yazan bir halk gönüllüsü olarak, kendime yine bugün olduğu gibi gazeteci de demiyordum.
Şimdi yine mağdur ve engelli bir vatandaş var ortada. Adı, Aykut Ketenci. O halde başta Beykoz Belediye Başkanı Murat Aydın, ardından Beykoz’da AKP’den belediye başkanlığı düşündüğü için istifa eden eski ilçe başkanı Hanefi Dilmaç, AKP’nin Beykoz’daki yeni ilçe başkanı Özkan Ayduğan, yine Beykoz Belediyesi’nin tüm meclisi üyeleri, dahası CHP’de belediye başkanlığı düşünen 13 aday adayı ve Beykoz’daki CHP yönetimi olmak üzere, Beykoz’daki tüm parti yönetenleri ve STK’lar, Aykut abiyle ilgilenip onun mağduriyetini gidermek zorundadır. Tüm bu özneler bu ve buna benzer her türlü mağduriyette çaba sarf edip gündem oluşturmalıdır. Nedeni çok basit: Çünkü halkın sorununu dert etmeyen hiçbir insan bulunduğu topluma etkili bir fayda sağlayamaz. Öncelikle her sorumlu vicdan bu gerçeği kabul etmelidir.
Ne acı ki, değil halkın ekmeğini gasp edenlere, bir motorkurye olan Yunus Emre Göçer’in canına gasp edenlere göz yuman, doğruyu söyleyenleri hain ilan edip hedefi gösteren bir anlayış var bu ülkede. Hani genç bir kız çocuğu ve otizmli bir erkek çocuğu babası olan motorkuryenin acılı eşi Öznur Göçer’e polis, cinayete kurban giden kuryenin intihar ettiğini söyleyecek kadar yalancı ve vicdansız. Bu polislerin amirlerinin bu iğrenç yalandan haberdar olmama şansları yok denecek kadar az. Bilirkişi deseniz cinayet doğuran bu kazayla ilgili raporu 7 gün sonra veriyor. Savcılık katile yurt dışına çıkış yasağı koymuyor, emniyet birimleri hakkında işlem yapmıyor. Hakim ve Savcılar Kurulu olayı araştırıp soruşturmaktan kaçınıyor. Katil elini kolunu sallaya sallaya yurt dışına uçuyor. Interpol üyesi Somalili katilin kırmızı bültenle aranması için bir çaba dahi sarf edilmiyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ise, bu konu bir muhabir tarafından kendisine sorulunca Filistin’den bahsedilmesini söyleyecek kadar arsızlaşıyor. Yani katile adeta kalkan olmak için suç üstüne suç işliyor herkes. İBB’nin trafik kameraları olmasa cinayet sümen altı edilecek. Açık ki, adalet sisteminde, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’da ve dışişlerinde cinayete tek bir ışık tutacak insaf bile kalmamış. Neden, çünkü CIA güdümlü Müslüman Kardeşler üyesi siyasal İslamcı Soma Cumhurbaşkanı’nın biricik oğlunu korumak lazım! O katil ki, ülkeyi yöneten tek adamlı AKP yönetiminin dostunun evladı ya. Yakın zamanda Ekmek Üreticileri Sendikası Başkanı olan bu ülkenin evladı Cihan Kolivar, ekmek yemek aptallaştırır gerçeğini bilimsel anlayışıyla açıklayınca sözde devleti ve milleti aşağıladı iddiasıyla gözaltına alınmıştı. Ne de olsa Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu değildi adam. Cinayete kurban giden motorkurye gibi bu vatanın emekçisi de değildi. Öğretmen, sanatçı, madenci yakını, hekim, hakem dayak yiyip öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalır, haksız yere gözaltına alınır, onlara kelepçe takılır. Ama gelgelelim, sahaya girip hakem Halil Umut Meler’e yumruk atarak kasten suç işleyen Ankaragücü’nün AKP’li başkanı Faruk Koca gibi tipler sırf bu kirli siyaset onlara kol kanat gerdiği için güle oynaya emniyete gider.
Ne denir ki artık, halkın ekmeğine ve canına gasp edenlerin halka hizmet edeceğine inanmak için gerçekten çok ekmek yemek lazım! Şu sıralar kendi gelecekleri için yarışa girerek, adeta imkansızlık bizim kitabımızda yoktur vaatlerinde bulunacak kadar kendine güvenen ve üstlerine şirin gözükmek için canını dişine takan siyasetçiler, bakalım halkın var olan en basit dertlerini çözüme kavuşturmakta ne kadar etkili olacaklar? Onların tüm söylediklerini bir kenara not edip verdikleri güvenceleri de bir güzel test edelim ki, zayıf ve iyi notları karnelerine bir bir işlensin.