Hafta sonu yaptığım sahil yürüyüşlerinden biri... Paşabahçe'nin futbol takımında kaptanlık yapmış, Beykoz 1908 yönetiminde de yer almış, Alpaslan abiyi (Özgül) yıllarca top koşturduğu Paşabahçe Stadı'na yakın bir yerde, sahil kenarında otururken gördüm. Sandalyesi eşliğinde tek başına dinleniyordu. Aynı mahallenin çocuğu olduğumuzdan ve aynı takımı tuttuğumuzdan üstümdeki antrenman tişörtüne baktı ve "Armamızın şerefini taşımaya devam ediyorsun" diyerek tebessüm etti. Kısaca böyle selamlaştık.
Zeki Aksu ile karşılaşma
Paşabahçe'den Beykoz'a doğru geldiğimde Beykoz 1908 Başkanı Zeki Aksu ile tesadüfen karşılaştım. Bir tanıdığıyla ayaküstü sohbet ediyordu başkan. Aksu'ya selam verip tokalaştım. Ardından kendimi Çayır Restoran'da başkanla birlikte karşılıklı çay içerken buldum.
Dünya Beykozlular Günü ve Zeki Aksu
Dönüş yolunda milli kürekçi Ceyhun Kaptan'ın kardeşi şair Genco Mert'i görmem ise, Dünya Beykozlular Günü öncesinde beni Beykoz'un efsanelerini yazmaya teşvik etti. Zeki Aksu, 30 yaşından beri Beykoz'a emek harcamış biri. O, Beykoz'a başkan olduğu tarihten bu yana inişleri çıkışları hep gündem oldu. Beykoz'da ilk yerel gazete denince, aynı zamanda şu günlerde uzun süre bir makamda kalmak denince akla hemen onun adı gelir. Yarım saate yakın sohbetimizde Beykoz kulübünün tarihinden tutun da yakın geleceğine kadar belli başlı değerlendirmeler yaptık. Masada kalacak sırlar da oldu elbet. Hemfikir olduğumuz konu ise, Türk futbolunda Beykoz ilçesinin yadsınamaz yeriydi.
Yeşile olan alışkanlık
Bir zamanlar toprakta ve çamurda profesyonel futbol oynanırken, Üç Büyükler bile Zeki Aksu ile birlikte yürüdüğümüz Beykoz Çayırı'na idman yapmaya gelirdi. Hatta Beykoz'un yeşile alışkanlığından olsa gerek, 1966'da Niyazi Camgöz, Ali Sami Yen'de Ankaragücü ağlarını sarsarken çim sahada oynanan ilk resmi maç Beykoz'un Ankaragücü'nü 1-0 yendiği maç olarak tarihe geçmişti.
Beykoz'un spordaki yeri ve Zeki Aksu
Bugün Riva'daki tesislerde Milli Takım kampa girerken, Riva'daki bir arazi Galatasaray camiasına borçlarından dolayı nefes aldırırken ve VAR merkezi TFF'nin merkez binasıyla birlikte bir zamanlar ilçenin köyü olan Riva'dayken, şu koskoca Beykoz, futbol için hala da ne kadar önemli bir yerdi. Düşünsenize, Marmara Üniversitesi'nin Anadoluhisarı'ndaki spor bilimleri fakültesinde nice sporcu adayı yetişmiş. Sahile yakın konumdaki Paşabahçe Stadı'nın tozunu 7'den 77'ye İstanbul'daki pek çok amatör futbolcu yutmuş. Ve bu tarihi stadın yanında bulunup Beykozlu efsane beden eğitimi öğretmeni olan "Hocaların Hocası" Recep Şahin Köktürk'ün adını taşıyan spor kompleksine 2000'lerin ortalarında Üç Büyükler dahil Anadolu Efes gelip Beykoz'la basket maçı yapmış. İlginçtir, tüm bunlar olurken başkan yine o gün çayını içtiğim Zeki Aksu. Tabi basketbola harcanan para ile futbola harcanan para kıyaslanamaz, o ayrı.
Beykoz'un futboldaki gerçeği
Beykoz'un futbolda uzun zamandır profesyonel liglerde boy gösterememesi, üzerinde titizlikle düşünülmesi gereken bir sorun. Bu sorun mutlaka tespit edilmeli. Beykoz'da bulunan ancak hatırı sayılır bir tarihi ve uzak geçmişi olmayan Acarlar mahallesinde ve buna benzer aşırı lüks sitelerde ünlü futbolcuların belli bir süreliğine yaşaması, aynı zamanda paraya para demeyen varsılların orada kalıcı olması Beykoz futboluna esaslı bir katkı bakımından ne kazandırabilir ki? Kazandırsa da bu kazanç kalıcı olabilir mi? Açık ki Beykoz, Beşiktaş gibi devlet geleneğini, sırlarını ve radikal devrimleri çabucak gören bir ilçe olamaz. Aynı Beykoz, Galatasaray gibi modern eğitim sistemini ve kilit yerlerle olan müzakere dilini barındıramaz. İşçi ağırlıklı Beykoz, Fenerbahçe gibi modernliğin ve zengin ticaretin köklü kodlarını asla taşıyamaz. Dolayısıyla Beykoz, futbolda o çınarlar gibi sürekli kalıcı olamaz. Tabi ki Beykoz, dünü ve bugünüyle hem padişahın ve saraylıların av ve eğlence yeri hem de çoğu soylu zenginlere ait olan yalıların kondurulduğu yer olmasıyla futbolunu ileri götüremez. Kim bilir Beykoz, değerini yitirse de üzerinden çıkaramadığı o işçi gömleğinin ve bir türlü değiştiremediği eski elbisesi olan amatör ruhun kodlarını taşıdığı için futbolda geri kalmıştır. Belki de Beykoz'un futbolda itildiği yer ve acı gerçeği budur. Bu gerçeği değiştirmekse maddi ve manevi açıdan epey zaman alacaktır.
Dünya Beykozlular Günü ve Köseler farkı
Beykoz'da belediyeyi CHP'nin kazanmasıyla birlikte, gün ve ay olarak Beykoz'un kuruluşunu simgeleyen 19 Ağustos (19.08) Dünya Beykozlular Günü, bu zamana kadarki en coşkulu kutlamaya sahne olacak. Beykoz'daki AKP'li belediye başkanlarının 20 yıl boyunca Beykoz 1908'e vermediği değer ortadaydı. Ancak Beykoz'da sporcu geçmişi olan CHP'li Köseler, Beykozlular için böylesine önemli bir günün sönük geçmesine asla müsaade etmez. Bir de Beykoz artık 2. Lig'de mücadele edecekken bu iş bir onur meselesine dönüşür. Akşam saatlerinde sahile sıfır konumdaki etkinlik alanında sanatçı Suavi'nin konser verecek olması bile belediyenin düşünce bakımından değiştiğinin göstergesidir. Beykoz, günler sonra yeşil sahadaki mesaisine başlayacak. Beykozlular açısından manevi değeri tartışılmaz bir efsane olan Kelle İbrahim'in mezarına gerçekleştirilecek ziyaretin ardından Beykoz sokakları her zaman olduğu gibi sarı-siyah renklere bürünecek. Beykoz sahil yolu ise, Boğaziçi'ne karşı yakılan meşaleler eşliğinde renklenecek. Ve Beykoz sahilinde coşkulu taraftarın sesi hep bir ağızdan yankılanacak.
Beykoz'un efsaneleri
Bir sporcuyu gururlandıran nedir? Rekorlar, şampiyonluklar, madalyalar, okuttuğu ulusal marş, ulusunu temsil eden milli forma, dahası heykeli.
Ve elbette bir marşta adının geçmesi.
Gerçekten bir sporcunun adı bir marşta yer alıyorsa, o sporcu büyük ihtimalle takımında ya da branşında efsaneleşmiş demektir.
1908 doğumlu Beykoz’un 100. yılı için bestelenen ve "Yemyeşil çayırlar, masmavi deniz, 1908'de kurulmuşuz biz" sözleriyle anlam kazanan marşında 6 sporcunun ismi geçiyor. Bunlardan 5’i futbolcu, 1’i kürekçi. Ama hiç şüphesiz, her biri Beykoz’un efsanesi. O halde, Beykoz’u sevip maçına giden herkes bu değerli isimlerin kim olduğunu azıcık da olsa bilmeli.
Kelle İbrahim
Beykoz’un stadına ve en güzel sahilinin caddesine adı verilen İbrahim Kelle, 1897 yılında Yalıköy’de bulunan Mecidiye Kasrı’nda bir bahçıvan kulübesinde doğar. Bahçıvan babası eşliğinde saray terbiyesi ile büyür. Doğduğu günden beri Beykoz’un güzelliklerini görür. İbrahim için "Kafasında saatlerce top sektirirdi" derler. Öyle ki, Beykoz’dan Paşabahçe’ye 11 km boyunca ayağında top sektirerek gelip gittiği söylenir. Gün gelir, maça çıkmak için elinde peynir ekmekle Beykoz’dan Kadıköy’e yürür. Yarı aç yarı tok bir halde ve kilometrelerce yürüdükten sonra sahada aslanlar gibi mücadele eder. Futbol hayatını noktaladığında İnönü Stadı’ndaki çıkış tünelinin yakınına oturur. Ve hiçbir resmi görevi olmasa da Beykoz maçlarını oradan izlemesine izin verilir. İşte öyle saygın, öyle itibarlı bir kişidir nam-ı diğer Kelle. İri cüssesinin yanı sıra kelliği ve tüm heybetiyle bu adam kimdir diye dönüp bir daha baktırır kendine. Bir işi yoktur Beykoz’dan başka. Beykoz’da deri ve kundura üreten Sümerbank Fabrikası ile arası iyi olunca kendine yetecek yardımı alır en fazla. Vapur hatlarından biletle değil, selamla geçer.
Galatasaray’dan ayrılan sporcuların kurduğu Altınordu İdman Yurdu, Birinci Dünya Savaşı sonrasında zor zamanlar geçirip çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Altınordu’nun kötü gidişine son vermek için Beykoz, fedakarlık yapıp en yetenekli iki oyuncusunu Altınordu'ya verir. İşte böyle bir ortamda İbrahim Kelle ve arkadaşı Emin Bey, düşenin de dostu olur diyerek Altınordu’ya geçer. Genç yaşta 6 sezon Altınordu’da oynayan Kelle İbrahim, ardından 17 yıl boyunca 43 yaşına geldiği 1941’e kadar Beykoz’da top koşturur. Dile kolay, 43 yaşına kadar profesyonel anlamda top koşturmak! Top peşinde koşmayı bıraktıktan sonra Kelle, bir zamanlar adı 1. Lig olan Süper Lig’de ise, 3 sezon Beykoz’un teknik direktörlüğünü yapar ve artık ömrünün sonuna kadar Beykoz'un peşinde koşar.
Beykoz’u Beykoz yapan adam olan İbrahim’in “Kelle” soyadı kafasının topa hakimiyetinden gelir. Bu hakimiyet öyle zirvededir ki, 1924 Paris Olimpiyatları’na milli futbolcu olarak katılan Kelle İbrahim, futbolcuların karşılıklı olarak ve tek başına topla kafa sektirdiği yarışmalarda kırdığı rekorla dikkatleri üzerine çeker. Kelle’ye hayran kalan Uruguay yöneticileri ayaklarına hakim olup hava toplarında ve kafa vurmada eksik kalan oyuncuları için destek ister. Kelle, öyle işler yapar ki şaşılır cinstendir. Uruguaylılara ders verirken sahanın bir ucundan bir ucuna doğru topu kafasında hiç düşürmeden götürür. Uruguaylıların ağzı açık kalır. Uruguaylılar Kelle’den dersini çoktan alır. Sonuç ne mi olur? Uruguay, 1924 Olimpiyat Şampiyonu’dur. Kelle ise, Uruguaylılardan teşekkür belgesi alır.
Kelle, yetenekli bir çocuk gördüğü zaman yüzücü ya da futbolcu olsun hiç fark etmez; hemen elinden tutar. Hele ki yoksulsa. Beykoz maçının olduğu günler İnönü Stadı’na futbolcuların malzemelerini taşıyan sandıkla gelir. O sandıktan en az 10 kişi Kelle ile birlikte tutar ki, onlar da Kelle sayesinde maça bedava girer. Beykoz’un 1957’de kazandığı 200 kiloluk Atatürk Kupası’nı tek başına omuzlarında taşıdığı anlatılır. 60’lı yıllarda Beykoz’da gelecek arayıp alt yapıda yer alan minik sporcu adaylarının yanlarına gidip selam verdiğinde o minikler Kelle’yi tanımasa da o, Beykoz’un miniklerini oracıkta gözleriyle sever. Kelle, o miniklere gözleriyle güler ve 200 kez kafasında top sektiren kendisini tavukların, kuşların bile tanıdığını söyleyerek yanlarından gülerek ayrılır.
Ve Beykoz taraftarlarının elindeki sarı-siyahlı bayraklarda en çok onun ismi dalgalanır: Kelle İbrahim. Beykoz 100. Yıl Marşı’ndaki şu sözlerdeki o ilk isim boşuna söylenmemiştir: Yüz yıllık Beykoz'da kalbimizdeler: "Kelle’ler, İsmet’ler, Ekerbiçer’ler.”
İsmet Berberoğlu
Savunmanın solunda yer alan İsmet, Süleymaniye’de başlayan futbol hayatında Vefa, Ankara Demir, Fenerbahçe ve ardından 8 sezon boyunca Beykoz formasını giyerken, son sezonunu Beykoz’un komşu ilçesi Anadolu Üsküdar’da geçirip yeşil sahalara öyle veda eder. Savunmanın kıymetli bir sol bekidir. İsmet, birçok takımda yer alsa da emeğini ve yıllarını verdiği Beykozlu İsmet olarak anılır. Kendisi, en çok Beykoz’la anılmaktan hoşnut olur. Metin Oktay'ın gol hazırlayıcısı olup 12 sezon G.saray'da oynamış sağ açık İsfendiyar'ın en çekindiği isim sol bek İsmet'tir. O İsfendiyar ki, G.saray'ın "Efsane İleri 5'li"sinin parçasıdır. Ancak İsfendiyar, İsmet'i geçme konusunda çok zorlanır. İsmet, “Cihat'lar, Lefter’ler, Can’lar, Fikret’ler” diyen Fenerbahçe Marşı’ndaki kaleci Cihat’ın önünde 1950-51 sezonunda sol bek olarak da yer alır. Futbolun Ordinaryüsü Lefter’in o sezonki takım arkadaşıdır. Beykozlu İsmet, bir sezon Ankara Demir takımına gitse de o her dönem futbolun kalbi olan İstanbul’da futbolseverlerin bildiği başat bir futbolcudur. 1926 doğumlu İsmet Berberoğlu, 100. yaşına adım adım yaklaşan ve Beykoz'un 100. Yıl Marşı'nda adı geçip hayatta olan tek isimdir.
Mehmet Ekerbiçer
1923 Kanlıca doğumlu Mehmet Ekerbiçer, 1.92’lik boyuyla sahada adeta bir kuleyi andırır. Beykoz’un en çok bilinen orta sahasıdır. Bahriye Mektebi İstanbul’dan taşınınca Mersin’e gider. Okul yıllarında futbol, voleybol ve basketbol müsabakalarında birinciliği kimseye kaptırmaz. İstanbul'da yaşarken Boğaz'da yüzme yarışlarına katılır. Burgaz'dan Heybeli'ye ada ada kulaç atar. Mersin İdman Yurdu kurucusu Edip Buran’ın dikkatini çeker ve subay olacakken futbolcu yapılır. İstanbul’da yüzme, sutopu, hatta kürek hevesiyle başlayan spor hayatı Mersin’de zamanla onu esaslı bir futbolcu haline getirir. Ekerbiçer, 1945’te Beşiktaş'ın gelmiş geçmiş en büyük golcüsü ve karakteri olan Baba Hakkı’nın onayıyla takım arkadaşı Küçük Ahmet'le birlikte Beşiktaş'a transfer edilmek istenir. İkili denenmek için Beşiktaş-Şişli hazırlık maçına çağrılır. O gün, bu hazırlık maçı öncesinde takım içinde aynı mevkide oynayacağı Beşiktaşlı Ömer, Ekerbiçer'le mevkini değiştirmek istemez. Baba Hakkı, bu tavrından dolayı Ömer'e çok sinirlenir. Ekerbiçer, ücret verilip arkadaşıyla çağrıldığı o maçta henüz maç başlamadan moral bozukluğu yaşar. Sert bir mizaca sahip olan Baba Hakkı, Ömer'in Ekerbiçer'e mevkini vermemekte diretmesi üzerine "Vermezsen çek git!" demiştir. Hal böyle olunca, 1.92'lik Ekerbiçer'in vicdanı sızlamıştır. Bundan dolayı Beşiktaş’ta oynamaz. Beşiktaş'ta oynamaya çok yakınken Ekerbiçer, Küçük Ahmet'le beraber maçtan önce aldığı yüklü ücreti Şişli'yi yenip kazandıkları maçın sonrasında yüksek mühendis ve Türk aydını olan Beşiktaş Başkanı Abdullah Ziya Kozanoğlu'na Karaköy'deki yazıhanesinde geri verir. İşte Ekerbiçer, bu denli onurlu ve centilmendir. Türk sporunda "Beşiktaşlı duruşu" denen efendi, centilmen, objektif, nesnel ve mücadeleci kavramlarını barındıran bir deyim vardır. Ekerbiçer'in aldığı yüklü ücreti geri verip Beşiktaş'ta rahat edemeyeceğini anlaması ise, dervişane bir tavır, bir başka duruştur. Meslektaşının adeta ekmeğinden olacağını hissetmesi, kendisinin Beşiktaş'ta oynarken mevkidaşı Ömer'i takım arkadaşlardan ayırma gerçeği, bir başka seçenekle Ömer'i yedek kulübesine hapsetme olasılığını önceden görmesi çok büyük bir jesttir. Belki de sırf bu yüzden yeni takımının kendisine cephe alma ihtimalini gözünde canlandırması ve takım içindeki huzursuzluğu erkenden sezme durumu Ekerbiçer'in o yüksek farkındalığıdır. Onun bu duyarlılık dolu düşünceler zinciri gerçekten makam, mevki ve paranın ölçemediği bambaşka bir insanlık örneğidir.
1945'ten 1950 yılına dek Mersin İdmanyurdu'nda oynayan Ekerbiçer, 1950’de Kelle İbrahim'in aklına düşer. Ekerbiçer, Beykoz’da oynasın diye ısrarla devreye girer. Kelle, sırf bu transfer için Ekerbiçer’in Arnavutköy’deki evinin önünde yatar. Gençliğinin baharında Galatasaray’da yüzme ve sutopu sporuyla uğraşan, kürek sporuna heveslenen, sonra futbola merak salıp Mersin İdmanyurdu’nda 6 sezon oynayarak doğup büyüdüğü Beykoz’a gelen Ekerbiçer, Beykoz’da 11 sezon oynayıp futbol hayatını doğduğu semtte tamamlar. Babası Arnavutköy Kız Koleji’nde bahçıvan olduğu için aile "Ekerbiçer" soyadını alır. Babası gibi Ekerbiçer de emekçidir. Beykoz’da Kundura Fabrikası’nda idare amiridir. Nice Beykozlu sporcu gibi Beykoz Kundura Fabrikası’nda çalışır. Futbolunu bitirse de Beykoz’la ilişkisini bitirmez. Beykoz’da teknik direktörlük de yapar.
Gerçekten onun ektiği dostluklar, bıraktığı izler adını unutulmazlar arasına koyup ne ekersen onu biçersin atasözü ile sanki soyadına güzelleme yaparcasına bir güzel uyumlanır. Ekerbiçer, babasının mesleğini yaptığı Arnavutköy/Beşiktaş’ta huzur içinde yatmaktadır. Bir daha hatırlayacak olursak o güzel marşı: "Kelle’ler, İsmet’ler, Ekerbiçer’ler.” İşte Ekerbiçer’i Beykoz tarihinden çıkarırsak, onu Kelle ve İsmet’in yanına koymazsak, bir çarkın dişlileri bozulur.
Ceyhun Çakmak
Beykoz Marşı’nda adı geçen ve ailesiyle 5 kuşak Beykozlu olan Ceyhun Çakmak’a gelince, nam-ı diğer Ceyhun Kaptan, sadece futbolla değil, kürek takımıyla da öne çıkan Beykoz’un sönmeyen bir yıldızıdır. 2005’te Beykoz’da belediyenin düzenlediği Beykoz Deniz Oyunları’na emekli sporcular da katılır. Paşabahçe Cam Fabrikası’nın oradan başlayıp bugün adı Gümüşsuyu Restoran olan belediyenin tesislerine kadar olan futaların yarışında o gün 67 yaşında olan milli kürekçi Ceyhun Kaptan’ın futası 1. olmuştur. Beykozlu usta gazeteci Nazım Alpman’ın anlatımıyla 1957’de Fransa’da kendisine takılan rozetin yanına 67 yaşında bir de bu nostaljik 1.lik kupası eklenmiştir. Yıldız olup sönmemek böyle bir şeydir işte; 67’sinde inatla birinciliğe uzanmak.
Şirzat Dağcı
Yedi göbek Paşabahçeli olup 1932 yılında Paşabahçe'de doğan Şirzat Dağcı, Beykoz’un işaret parmağıyla gösterilen gelmiş geçmiş en büyük golcüsüdür. Paşabahçe'deki Çayır Mektebi'nin bahçesinde başladığı futbolunu Arnavutköy'deki Boğaziçi Lisesi'nde geliştirir. Doğduğu semt Paşabahçe'nin takımında top koştursa da Paşabahçe takımı federe olmadığı için resmi maçlarda mücadele edemez. Paşabahçe, federe olup ilk resmi maçına tahta tribünlü F.bahçe Stadı'nda çıkacaktır. Ancak Kadıköy'de oturan Paşabahçe forveti daha evine bile gelmeyince Şirzat, sahadaki arkadaşları tarafından çağırılır ve ansızın kadroya girer. Ve amatör ligde çıktığı ilk resmi maçında mahallesi Paşabahçe'nin golünü atarak Kadıköy'de semtine maçı kazandıran isim olur. Bir zamanlar Beşiktaş’ın pilot kulübü olan Sarıyer’in Büyükderesi’nde ilk lisansı çıkıp oynarken doğup büyüdüğü Beykoz’a gelen ve Beykoz’da 1 sezon geçiren Şirzat, Beşiktaş’la Fenerbahçe arasındaki transfer rekabeti sonrasında Fenerbahçe’nin yolunu tutar. Fenerbahçe Marşı’na konu olan Can’lı ve Lefter’li o efsane kadroda yer alır. 1957’de Fenerbahçe’de 1 şampiyonluk yaşar. Şirzat, F.bahçe formasıyla ilk resmi golünü Beykoz'a atar. Beykoz'a ilk golünü attığı o maçta eski takımına karşı toplamda 2 gol kaydeden Şirzat, o zamanlar İstanbul'da hatırı sayılır kitlesi olan Beykoz taraftarının tepkisini çeker ve Paşabahçe İskelesi'nde aleyhine yapılan tezahüratlardan nasibini alır. Şirzat’ın Fenerbahçe’de oynadığı 2 sezonda resmi ve özel maçlar olmak üzere toplam 90 maçta attığı 71 gol herhalde onun nasıl büyük bir golcü olduğunu kanıtlamaya yeter.
1958'de F.bahçe ile G.saray arasında Başvekil Kupası'nda ilk yarıda attığı gole ikinci yarıda Metin Oktay karşılık verince iki takım kaptanı uzatmaların oynanmasını istemez. Ve bu kupa ikiye bölünürken Şirzat, bu tarihi maçta attığı golle yine başroldedir. Beşiktaş, bölgesellikten çıkıp milli hale getirilen ligde ilk mağlubiyetini kendi evinde Beykoz’a karşı alırken, o karşılaşmanın tek golünü atan yine Şirzat’tır. İki ayağını kullanarak özellikle yerden attığı sert şutları, yaptığı etkili kafa vuruşları, kaleye topu götürmedeki tekniği, oyunu kolaylaştıran alan gözlemciliği, sert darbelerle yıkılmayışı, olağanüstü konsantrasyonu ve yoğun enerjisi ile Şirzat, herkesin takımında görmek isteyeceği çok özel bir golcü tipidir. Paşabahçe'ye bizzat getirip halka gösterdiği takım arkadaşı ve mevkidaşı Lefter’le yaşadığı kavganın etkisiyle Beykoz’a dönüp 9 sezon evi olarak gördüğü Beykoz’da yeniden top koşturan ve futbolu 1967’de Beykoz’da bırakan Şirzat, toplam 10 sezon Beykoz’da oynayarak Beykoz’un efsanesi haline gelir. 1966 yılında Beykoz'un Süper Lig'deki o son sezonunda kulüp maddi imkansızlıklar yaşar ve yöneticiler bile kulübü terk ederken Beykoz, sahada giydiği formalarını Mecidiyeköy kulübünden ödünç alır. Büyük golcü, büyük kaptan Şirzat, zor günler yaşayan takımına o sezon adeta hem analık hem babalık yapar. Birçok maça hem idareci, hem antrenör hem de futbolcu olarak çıkar. Çok geçmeden, 1967'de futbolu bırakır.
Beykoz’un belediye statüsüne kavuştuğu 1984’teki ilk seçimlerde belediye başkanı adayı olan Şirzat, geçmişte Beykoz’un bir başka profesyonel futbolcusu olup seçimi kazanarak ilk belediye başkanı olan Ali Zengin’in başkanlığı kazanmasına engel olamaz. Ancak hiç kimse Beykozluların Şirzat’a olan sevgisine de engel olamaz. Paşabahçe'deki malikanesinde ağırlayıp değer gördüğü dostluğuyla, genç-yaşlı ayırt etmeksizin yaptığı güzel arkadaşlığıyla, sayfalara sığmayan anılarıyla ve her şeyden önce büyük bir golcü oluşuyla Şirzat, Beykoz tarihine adını altın harflerle yazdırır.
Nihat Akbay
1955’te yapılan Harmantepe Cami’nden aşağı doğru inerken Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası’nın bacasını karşınıza alır ve Boğaz’ın İncisi Beykoz’un İstinye, Yeniköy ve Tarabya’ya açılan doğru açılan o muhteşem manzarasıyla karşılaşırsınız. Harmantepe Cami’nin hemen üstünde yer alan ve karşı karşıya duran evlerden 2’sinde aynı ebatlarda bir tabela çakılıdır. İşte o tabelalarda aynen şöyle yazmaktadır: Nihat Akbay Sokağı. Nihat Akbay, Beykoz’un efsaneleşmiş sporcularından biridir. 1945 doğumlu Nihat’ın kaleciliği Beykoz Çayırı’nda yükselmiştir. Henüz 16 yaşında Beykoz’un kalesini korur. 19’unda ise takım kaptanıdır. 7 sezon Beykoz’da oynar. Haliyle dikkatleri üzerine çeker.
Türk futbolunun Beşiktaşlı Baba Hakkı ve Beşiktaşlı Baba Recep’le 3 babasından biri olan G.saraylı Baba Gündüz, Nihat’ın transferi için özellikle devreye girer. Baba Gündüz, Atatürk’ün yakın arkadaşı Beşiktaş JK kurucularından Kılıç Ali’nin oğludur ve ona hayır demek adeta mümkün değildir. Baba Gündüz, Nihat’ı ister ve Nihat Akbay, Beykoz’un ardından tam 10 sezon Galatasaray’da oynar. Takıma geldiği ilk sezon ise Taçsız Kral Metin Oktay’la G.saray’da takım arkadaşıdır. Bir düşünün: Genç Milli, Ordu Mili, Ümit Milli ve A Milli Takım'da oynamak şeref tablosundan başka nedir ki? İşte, İncirköy’de bahçeli evlerinde su kuyuları bulunan müstakil işçi evlerinin yakınında onun adının verildiği sokak sadece 70 yılını devirmeye yaklaşan Paşabahçe Harmantepe Cami'nden, güzel bir manzaradan ya da çevresinde komşuluğun sürdüğü birkaç bahçeli evden ibaret değildir. Bugün Beykoz Kemerüstü Mezarlığı’nda yatan Nihat Akbay, spor tarihinde çok az kişinin bildiği bir sokaktan öte böyle bir kariyerle yaşar.
Yıllar sonra 2012'de G.saray’ın Seyrantepe’deki yeni stadında dev bir posteri asılırken aldığı ödülle G.saraylı taraftarlarca ayakta alkışlanacaktır. Nihat, aslında G.saray'da kaleyi Eser'e devretmeden 1 yıl önce (1977) G.saray'a transfer olan Yugoslav milli oyuncu Boşko Kajganic'e kaleyi teslim etmeye hazırlanır. Ancak Kajganic, Silivri yakınlarındaki bir trafik kazasında 28 yaşında hayata gözlerini yumar. Kajganic'in 64 günlük G.saraylılık serüveni acı bir şekilde sonlanır. Nihat, artık sırtında Kajganic'in ismini taşıyan formasıyla kalesini korumaya başlar. Üzülmüştür bir mevkidaşının genç ölümüne. Ve Nihat Akbay da Beykoz Marşı’ndaki şu sözlerle bir kez daha ölümsüzleşir: “Ceyhun’lar, Şirzat’lar, Kaleci Nihat’lar…” Beykoz'un bütün efsanelerine saygıyla...