Kıbrıs’ta Türkler öldürülüyordu. Enosisçi faşist Rumlar Ada’nın bütününde hak iddia ediyordu.
Sonradan Türkler için yeniden “Yavru Vatan” olacak Kıbrıs’a Ecevit, 74’te adına “barış” dediği harekatı başlattı. Hemen öncesinde haşhaş ekimine müsaade etmeyen ABD’den ilk ambargoyu yiyen solun yükseldiği o Türkiye, Kıbrıs konusundaki kararlılığı ile sömürgenleri fazlasıyla çıldırtmıştı.
O zaman Meclis’in en genç vekili, aynı zamanda cumhuriyet tarihinin en genç bakanı olan maliyeden sorumlu Deniz Baykal‘dı. Ambargo yüzünden yakıt, para ve askeri malzeme bulunamayan bir ortamda, Büyükelçi Taner Baytok tarafından tespit edilen en uygun yer olan Libya’ya Baykal, Ecevit tarafından bizzat 74’te gönderildi. Ambargo engeli yüzünden Türkiye’ye her kapı kapanırken, İran, Irak ambargoyu delmeye korkarken Libya’da Kaddafi, tüm cesaretiyle ambargoyu delip Türkiye’yi haklı buldu ve gerekli yardımı yaptı. Yıllar sonra NATO bombaları altında halkı tarafından 2011’de hunharca katledilip lince maruz bırakılan Libya öncüsü Kaddafi‘nin halini gören ve o zor günleri hatırlayan Baykal‘ın içi sızladı. Ne de olsa Kaddafi‘nin yaptığı iyiliği ve Türkiye için söylediği övgü dolu sözleri hiç unutmamıştı. Baykal, Saddam‘ı istemeyip Irak’ı işgal eden ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a müdahalesine karşı 2003 yılında Meclis’teki bir kısım AKP’liyi bile ikna etti. ABD, Türkiye’yi askerleriyle birlikte üs haline getiremeyince Baykal, sömürgenlere tıpkı 74’te Libya’dan aldığı destek gibi 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’teki reddiyle bir tokat daha vurmuş oldu. O zaman kurnaz ve kinci emperyalistler için, Baykal da tıpkı Kaddafi gibi intikam içeren bir bedel ödemeliydi.
Baykal, 78’de Enerji Bakanı’yken madenleri halkçı anlayışla devletleştirdi ve azılı sermayenin elinden kurtardı. O günlerde yetkili sendikayla işçilere dünyadaki cenneti yaşatan, bugünlerde bir rüyadan ibaret olan hakların altında onun imzası vardı. Kardak Krizi’nde Yunan kışkırtmalarına karşı Türkiye’nin haklarını ve itibarını korumak için 96’da Dışişleri Bakanı olmanın hakkını verdi ve ordunun operasyonunda pay sahibi olup başarı elde etti. Yabancı hükümetlerin yönlendirdiği sivil toplum kuruluşlarının anayasadan Türk kelimesini çıkarma isteğine, terörle masaya oturma dayatmalarına şiddetle karşı çıktı. Teröre asla taviz vermedi. SHP’nin 89’daki Doğu ve Güneydoğu Raporu’nu olumlu bulup katkı sağlasa da aynı SHP’nin HEP’lilere kucak açıp 91’de seçim ittifakı yapmasına parti içinde karşı çıktı ve bunun Türk halkından ve milliyetçi damarı güçlü olan sol seçmenden tepki alacağını hemen anladı. Gerçekten de 89 yerel seçim kahramanı olan SHP kısa sürede yere çakıldı. Baykal, haklı çıkmıştı.
Baykal, nihayet merkez solda ve ancak 2002’de CHP önderi olup AKP’ye karşı ana muhalefetteyken 2008’deki Ergenekon davası gündeme gelir gelmez Tayyip‘in davanın savcısı olduğunu belirtmesi üzerine “Ben de avukatıyım” diye net bir çıkış yaptı. Nice muhalif bile orduya iftiralarla dolu konuda kuşkuluyken o, bu konuda da dik durdu. Ve yine haklı çıktı. SHP’deyken genel sekreterlik yaptı. Erdal İnönü‘ye karşı genel başkanlık için yarıştı ve 5 kez kaybetti. Ardından 94 yerel seçimlerinde CHP’den daha çok oy alan SHP’nin genel başkanı Karayalçın‘ı 92’de tekrar kurulup genel başkanı seçildiği CHP’li kimliğiyle 95’teki birleşme kurultayında yendi. Böylece delege ayarlama ustalığı sayesinde CHP çatısı altına girip lağvedilen SHP’lilerin de kısa sürede başkanı oldu. CHP kurultaylarında sırayla Erol Tuncer‘i Altan Öymen‘i Sarıgül‘ü bir bir devirdi. Ülke seçimlerinde ve parti içi seçimlerde kazansa da kaybetse de saygınlığını hiç yitirmedi. CHP içinde 80’li yıllara yaklaşırken Ecevitçiler ona “hizipçi” dese de o yılmadan yoluna devam etti. Gün geldi, 12 Eylül Amerikancı Darbesi sonrası Zincirbozan sürgününde içeride yatarken yaşadıklarını anlatmamak kaydıyla salınması için dilekçeye imza atma teklifini onursuzluk olarak gördü. Ki, o günlerde Demirelci AP’lilerin hep birlikte dışarı çıkma hevesi ve aşkına karşı güçlü iradesiyle direndi. Gün geldi, siyasi yasaklı bir tutsak olarak yaşadı.
94 yerel seçimlerinde CHP başındayken merkez solda güçlü olan SHP’den ayrı hareket edip tıpkı DSP’li Ecevit gibi solda oy bölenlerden biri o olsa da kara çarşafa CHP rozeti taksa da uzun yıllar koltukta kalıp “yeter artık” eleştirileriyle tepki alsa da HEP’lilerin SHP ile birleşmesine karşı olan tavrını hiçe sayarak sırf baraj altında kalma korkusu yüzünden 99’daki yerel seçimlerde DEHAP’lılarla şartlı, üstü kapalı ve ancak kendi seçtireceği kişilerle ittifak çabalarına dümen kırdığı konuşulsa da Baykal, yön belirme ve taktik ustası biri olarak ülkesini daima sevdi.
CHP’de genel başkanlıktan iki kez istifa etti. 99’da tarihte ilk kez baraj altında bıraktığı partisine geri dönüp 2000’de CHP’ye yeniden başkan seçildi. Diğer istifasında ise DSP’li Ecevit‘ten vekil adayı olarak ret yediğini bildiği ve 2002’de CHP’den vekil yaptığı Kılıçdaroğlu‘na 2010’da koltuğu teslim etti. Kaset komplosunun ardından CHP’de genel başkanlığı bırakarak öncülük yapma konusunda artık dönüşü olmayan bir yola girdi. Tayyip‘i başbakan yaptı iddiası ise çok garipti. AKP zaten o dönemki Meclis’te bağımsız olan 9 milletvekilinden 4’ünü transfer etse 363’ten 367’ye sayısına çıkarak yasak konusundaki anayasayı değiştirme gücü elde ediyordu. Bu olmadığı takdirde 330 vekil sayısı Tayyip‘in yasağının kalkması için halkoylaması ile gayet mümkündü. Bu ihtimaller ışığında Tayyip siyasete daha güçlü bir şekilde geri dönecekti. Baykal da bunun er geç olacağını kestirdiğinden bu dönüşü biraz daha uzatıp zorlamadı. 2002’de Siirt’teki seçimlere itirazı bulunan AKP 2003’te tekrarlanan ara seçimde siyasi yasaklı Tayyip’le birlikte 2 vekil daha çıkardı. Sonuçta 2002’de seçilip vekilliği düşürülen 3 vekilin yerine Tayyip ve 2 yeni AKP’li vekil seçilerek Meclis’teki yerini aldı. Tayyip başbakan olarak hükümeti kurdu. Baykal‘ın ordu ve yargı dahil asıl yanılgısı ise Tayyip‘in bu kadar çok güç kazanamayacağını tahmin edemeyişi oldu.
Baykal, Türkiye için çok kritik bir dönemde kumpasla istifaya zorlandı. 2010’da 26 maddelik anayasa değişikliğini içeren halkoylaması emperyalizmin Türkiye’ye 2002’de özel planlarla oturttuğu AKP için özellikle açığa çıkarıldı. BDP o kritik halkoylamasını “açılım süreci” dedikleri garabet ve ihanet eşliğinde boykot etti. Dolayısıyla AKP’nin aldığı yüzde 57 küsur oya dolaylı yolla “evet” diyerek katkıda bulundu. Tabanda buluşan milliyetçi-sol ittifak ise yüzde 42 küsurluk oyla bu değişime “hayır” dedi. Tayyip‘in tek adamlığına giden bu kritik sürecin başlangıcında halkın ulusalcı damarını tehlike olarak gören ve Baykal‘ın hukukçu kimliğinden ayrıca çekinen “dış güçler” Baykal‘ı kaset komplosuyla tam da bu halkoylaması öncesinde saf dışı bırakmayı başardı.
Baykal, Abdullah Gül cumhurbaşkanı olmadan önce cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Meclis’te uzlaşı ile yapılması için 2007 yılında hukukun üstünlüğüne bağlı kalarak yeni bir arayışa girdi. Sonunda Anayasa Mahkemesi’nde taraflı cumhurbaşkanına karşı duran o tavrını da 367 vekilin nitelikli çoğunluk şartı konusuyla haklı çıkarttı. AKP’nin sandalye sayısı 352’ydi. Baykal, partisini oylamalara getirmeyip süreci tıkamaya, Abdullah Gül ya da bir başka siyasal İslamcının Çankaya Köşkü’nde istenmediği Cumhuriyet Mitingleri’nin coşkusuyla da genel seçimlerde destek görmeyi umuyordu. O günün şartlarında da Baykal, tescilli laiklik sabıkası bulunan AKP’ye karşı Meclis’teki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ordunun laiklik teminatı içeren e-muhtırasıyla halkın sözde temsil edildiği parlamenter demokrasi arasında büyük bir titizlikle dengede kalmayı başardı. Baykal, cumhurbaşkanlığı seçimi noktasında ekibiyle birlikte yeterli destek sayısı, uzlaşı ve ittifaklar için büyük bir mücadeleye girişti. Ne var ki, 2007’deki genel seçimler CHP için hüsran olup AKP için zaferdi. Abdullah Gül, MHP’nin cumhurbaşkanlığı oylamalarına katılımıyla üçüncü turda seçildi. Baykal, partisini yine oylamalara sokmadı. Ayrıca bu olaydan sonra cumhurbaşkanını halkın seçmesinin önü açıldı. Unutulmaması gerekense bugün CHP’ye İstanbul ve Ankara’da büyükşehir belediyelerini kazandıran o uzlaşı kültürünün tohumlarının temelini işin aslında ta o zamanlar halkın çoğunluğuna ve sesine kulak veren Baykal‘ın atmış olmasıydı.
İnadı ve ısrarı 73’te en genç vekil olarak girdiği Meclis’te 2018’de en yaşlı vekil olarak kalmasını sağladı. Belki de bu yüzden “İnadına Baykal, inadına sol” sloganı yıllar boyunca boşuna atılmadı. Baykal, Türk siyasetinde kalibre, nitelik, deneyim ve cesaret demekti. O, hitap yeteneği çok güçlü olan, akılcılığıyla harika bir tartışma ustası olduğunu defalarca kanıtlayan ve kararlı duruşuyla göze batan alt edilmesi zor bir muhalif ve saygın bir önder olarak yaşadı. Hiç şüphesiz Baykal, henüz 1. ölüm yıl dönümünde yaptıklarından ve yapamadıklarından söz ettiren hatırı sayılır biri olarak anılmalıdır. Kürtleri ve Alevileri sevmediği konusu ise Zülfü Livaneli tarafından ortaya atılan kocaman bir yalandır.
Nedense “Beyaz Türk” algısı ile hafızalara kazınan, Kuvayı Milliyeci bir babanın deniz askeri olma hevesiyle yanıp tutuşan, gemilerde miçoluk yapan, karpuz nakliyeciliğinden simit satmaya kadar hayata tutunma mücadelesiyle var olan, torun torba bayram namazına giden, evlendiği ve hiç ayrılmadığı aşkıyla kütüphanelerde buluşan, yüzme ve sabah yürüyüşü tutkunu, gayet özgün ve halktan biriydi Baykal.
Baykal‘ın Türkiye’nin bağımsızlığı için çaba gösterdiği 74’teki harekat döneminde Kıbrıs’taki Türk askerini “işgalci” olarak gören Doğu Perinçek‘ten bir farkı vardı elbet. O yıllarda Kıbrıs’taki harekat konusunda ABD’den izin alma tavrını gündeme getirip çapını gösteren Türkeş’ten de farkı çok açıktı. Yine Baykal‘ın Enerji Bakanı’yken kamulaştırma politikasına karşı çıkan Demirel‘den devleti ve halkı için ortaya koyduğu haklı bir farkı ve tavrı vardı. O fark ve tavır şuydu: Yurdunu özünden çok sevmek! Oysa yukarıda saydığım isimlerden eski partilileri hâlâ da saygıyla bahsederken, bugün Türkiye dış politikada ezilirken, terör artarken, kaçak madenler varken, madenciler yok yere ölürken, işçisi, emeklisi bu ülkede dardayken, CHP’ye gönül verenlerin eski genel başkanları Baykal‘ın yurdu için verdiği mücadeleleri ve yaptıklarını asla unutmamaları dileğiyle.