Deprem bölgelerinde suç işleyen vicdansız yağmacılara, hırsızlara karşı şiddet uygulamak, kaba davranmak, tıpkı onların yaptığı gibi ahlaksızlık, bilinçsizlik ve hatta suçtur. Suçluları yakalamak, takip etmek, ihbar etmek elbette bir vatandaşlık görevidir ve bu takdir edilir. Fakat, suçluları yakalayanların suçluları kendi usullerince cezalandırma biçimi, intikam hisleri, hatta sözde kahramanlıkları asla tasvip edilemez. Depremde yakınları kurtulsun diye kurtarma ekibine silah çeken acı dolu ve öfkeli vatandaşa kurtarma ekibinden biri silah çekerek ya da kaba bir şiddetle karşılık verse iyi mi olur sanki, olmaz. Bunlar pek çok afette yaşanan gerçeklerdir ama bu anlarda her zaman sağduyulu kalan doğru tavır sergiler. İşin aslı, duygularını bazı şartlarda kontrol edemeyenlere karşı duygusuzca ve kontrolsüzce davranmazsanız öfkenizi yenen uygar bir kişi oluyorsunuz. Bir hırsızın ve yağmacının yakını sosyal medyaya ve basına sızdırılan o dayak görüntülerini görse incinebilir, üzülebilir. Hoş, bu tür yanlış eylemleri eleştirmek için suçlunun yakını olmanıza zaten gerek yoktur. Her şeyin bir usulü ve adabı olduğu gibi yakalamanın ve cezalandırmanın da bir adabı olmalıdır.
Suç dediğimiz durum, suçlu kişiyi, mağdur olanları ve suçluyu o suça teşvik eden tüm durumları toplumsal anlamda ilgilendirir ama suçluya suç işleyerek davranmanızı asla gerektirmez. Hiç olmazsa bunu düşünmelidir insan. Kısaca yağmacıya, hırsıza hak ettiği ceza elbette verilmelidir ama yasal yargılanma aşamasına geçilmeyen tekmeli-tokatlı bu tür bir şiddetle değil, medeni ve çağdaş hukuka göre verilmelidir o ceza. Hukuk her zaman tartışımaya açık olsa da yapılması gereken budur. Şu da bir gerçek ki, kolluk kuvvetlerinin yetişemediği bu yerlerde çocuk istismarcılarına, organ mafyasına, ölü soyucularına, mal çalanından dilenci çetelerine kadar bir fırsat alanı bırakılmışsa bunun sebebi burada olmayan asayiş ve o asayişe hakim olan içişleri, yani devlettir.
Türk milletine devrimlerle ve hukukla medeniyeti getiren Atatürk, Yunan bayrağını savaşlarda ve işgalde yaşatılan onca acıya rağmen çiğnemedi ve doğru yaptı. Yunan Kralı, İzmir'de Türk bayrağını işgalin o acı şartlarında çiğneyip Türk ulusuna kendince psikoljik bir şiddet uygulasa da aynı karşılığı vermedi Atatürk. Bir ulusu kendini bilmez biri yüzünden incitmedi. Çünkü uygarlığın en güzel öznesi olan Atatürk'e göre, Yunan bayrağı Yunan ulusunun şerefiydi ve asla çiğnenmemeliydi. Görüyoruz, bugünlerde bir Yunan, enkaz altındaki bir Türk çocuğunu kurtarıyor ve sevinçten ağlıyor. Sadece bu olan-biten bile ön yargılara, siyasi kavgalara ve ırkçılara ne güzel bir derstir. Şimdi deprem bölgelerindeki hırsız ve yağmacıları Suriyeliler diye hedef göstererek kimlik üzerinden böyle bir zamanda bir iç kaos yaratmak, siyasi çıkarlar gütmek, bilinçsizlik ve ahlaksızlık değil de nedir? Deprem bölgesinde yaşayan Suriye'den gelen sığınmacılar da bugün acı içindedir ve gözyaşlarının milleti, rengi yoktur. Gözyaşları tıpkı insan kanı gibi hep benzer renkte akar. Kaldı ki, 99 Depremi'nden nice afete kadar hırsızlık ve yağma hiç mi olmadı sanki, oldu. Vicdansızlar dün de vardı, bugün de. Ki, yarın yine olacaktır. Tüm vicdansızlıkları tüm vicdanlar dahil modern toplumların inşa ettiği bağımsız mahkemeler yargılamalıdır.
Lafa gelince, Türk töresinde aman dileyene kılıç kalkmaz ama yakalanıp cezasını çekecek olan birine bile yersizce tekme-tokat dalıp sözde ceza kesen var. Töreyle, vicdanla ceza kesilmez, esas vicdan kanundur, yasadır. Vicdansıza vicdansızlık yapanlara sorsanız, belki de çok gelenekçidir, çok milliyetçidir, vatanseverdir. Oysa bir millete ait olmak, onu sevmek, anlamsız şiddete teslim olup öfkeye yenilmekle anlam kazanmaz. Bu şiddeti uygulayanları beğenip alkış tutmakla ise, asla bir yere varılmaz. Lütfen medeni olun, uygar olun, övündüğünüz atalarınızın Çanakale'de düşman kucaklayan heykelini düşünün. Heykele konu olan kucaktaki Avustralyalı askeri taşıyan Türk askeridir. İki milletin en zor durumlarda, hatta savaş halindeyken bile birbirine yardım ettiğini anlatmak için sanat orada bir araçtır. Bugün devlet, barınak ve gıdayı yurdunda zor durumda kalan evlatlarına ulaştıramamışsa, bu durum halkını yardımdan yoksun bırakan devletin ayıbıdır. Evladını şiddete meylettiren, arsıza, hırsıza o atmosferi sağlayan yanlışlarla yönetilen de yine devletin ta kendisidir. Hesap sorulacak asıl merci devlettir. Dayağa konu olan bir yağmacı ya da hırsızla iç soğutmak, sadece geçici ve yanlış bir tutumdur. Öyle ki, bu geçici ve yanlış tutum, kendi yetersizliklerini örtbas eden devleti yöneten parti olan AKP ve bileşenlerinin zamanla propagandasına dönüşürek depremdeki nice yanlışları unutturup yeni bir gündem oluşturacaktır.
Hırsızlara, yağmacılara ve kötü niyetli fırsatçılara karşı şiddet uygulayarak davrananlara önerim, Çanakkale'deki işgalci Anzakları evladı gibi gören Mustafa Kemal vicdanını ve aklını örnek almalarıdır. AKP iktidarı ile yıpratılan ve zayıflatılan Türk ordusunun askerine ve polisine, sıradan vatandaşa yakışan bu uygarlıktır. İşte o zaman, yurttaşımız kendi çağlarında kendi çığırlarını açar. Unutmadan, vicdanını ve aklını kapatan, yarın yine yeni depremlerin altında temsil etttiği ulusuyla kalmaya mahkum olandır. Şiddet, asıl çözüm olan uygarlıktan ve uygarlığa giden en önemli yol olan bilimden çok daha önemsiz, yersiz ve kötüdür. Hayatta en gerçek yol göstericinin ilim ve fen olduğunu Türk tarihinin en önemli şahsı olan Atatürk söylemişse, vatanını seven tüm intikam duygularından arınarak bu konu üzerinde bir kez daha düşünmelidir. Son olarak, depremin merkezi olan Kahramanmaraş'ta, hemen yanı başında onlarca bina yıkılmasına rağmen sağlam bir şekilde ayakta duran İnşaat Mühendisleri Odası Kahramanmaraş İl Temsilciliği'nin fotoğrafı ilmin ve fenin izinden giden uygarların farklılığını ortaya koymaktadır.