Halk onurunu ayaklar altına almamalıdır
Beykoz'un yerel bir gazetesinde ilk yazılarımı yazmaya başladığımda burada geldiği yerdeki gibi yaşamak isteyip kent ve semt kültürüne ayak uyduramayanlara tepki verdiğim bazı yazılar yazdım. Faşizmle ve ırkçılıkla alakası olmayan milliyetçilik denilen o anlamlı şey, aslında ortak kültürel değerlerin derinden hissedilmesiyle başladığı için yerelcilik yapmanın haklı bir mantığıydı bu. Öyle ya, ortak değerlerden uzaklaşıp hissini kaybedenler bulunduğu yere ve insanlara er geç yabancılaşır. İşte, bu yabancılaşma benim Beykoz'un kıymetini bilmeyen halkına olan öz eleştirimdi. Halk dalkavukluğu, yani halk yalakalığı yapmanın hiçbir anlamı yoktu. Cumhuriyet kurulduğundan beri "Halk neylerse güzel eyler." ninnisi örneğin, benim gözümde özellikle köy enstitüleri kapatıldığından beri kasıtlı olarak muhtaç ve cahil bırakılan halka kurulan tuzaktan başka bir şey değildi. Kaldı ki, "Halk neylerse güzel eyler." sloganı epeydir halka acıması olmayan sağ ve aşırı sağ partilerin zaferlerinde gündeme gelir ve bu da aslında şu demektir, halk bizi seçti, şimdi halka sözde önemli olduğunu hissettirip halkı kandırmanın vakti gelmiştir. Ne acıdır ki, yaşanan tüm haksızlıklardan kandıran egemen güçler kadar, kandırılıp susan ve ezilmeyi kendine reva gören halk da sorumludur. Bu yüzden halk ayağa kalkmalı ve onurunu ayaklar altına almamalıdır. Yani Meksika Devrimi'nin öncüsü, yerinin açıktan milliyetçisi olan yoksul köylü Emiliano Zapata'nın sözlerini örnek almalıdır halk ve tıpkı Zapata gibi şöyle demelidir, "Dizlerimin üstünde yaşamaktansa, ayaklarımın üstünde ölmeyi tercih ederim."
Oysa memleket bizimdi
İnsanlar yıllar önce Beykoz'a köylerini terk edip daha iyi bir iyi bir yaşam kurmak için geldiler. "Türk, Öğün, Çalış, Güven!" mantığıyla yokluk içinde bir ulus ve ülke yaratanların mimarlığında burada hayata atıldılar. Ne mutlu ki, Türk devrimi sayesinde ağaya, paşaya kul köle olmaktan çıkarılan bu insanlar cumhuriyetin nimetleriyle güzel şeyler elde ettiler. Fakat zamanla bu nimetlere dadanan tarla fareleri Beykoz'da hayata atılan insanları dışlamaya, onları suçlu gibi göstermeye başladı. Yetmedi, bu tarla fareleri Beykoz'u var eden ellere "İşgalci" bile dedi. Oysa Nazım Hikmet'in dediği gibi, "Dörtnala gelip Uzak Asya'dan, Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memkeket bizim"di! Beykoz da bizimdi! Tabii bizim tarafı hep sözde kaldı, zira "Toprak işleyenin, su kullananın" gibi 70 yıllarda yükselen sol sloganlar bu ülkede çok çabuk unutuldu ve hayata geçmedi, geçirilmedi... Kaldı ki, Beykoz'da bir işgal sorunu yoktu, bunca yıldır üstünde yaşadığı yerde Beykozluya bedelsiz verilmesi gereken tapuların sorunu vardı!
Solcu ve sağcının buluştuğu ortak nokta halkı dışlamak!
Dönemin koşullarında kendine yer bulup yurt edinen, bunun için Uzak Asya'dan atlarıyla dörtnala gelip delikanlıca dövüşen Osmanlı Devleti'ni işgalci diye eleştirerek kendi geçmişine kinle doldurulmuş tarih yoksunu o solcu kafa gibi Beykozluya yıllardır oturduğu yerde işgalci diyen muhafazakar kılıklı ve yoz milliyetçi olan sermayedar sağcı kafa aslında aynı düşüncesizliğin ve nankörlüğün ürünüdür, çünkü bu tür bir solcu kafa Nazım Hikmet'in "Memleket Bizim" şiirini hala da anlayamamıştır. Yine, ecdat da ecdat deyip kafa ütüleyen sermayedar yanlısı sağcı kafa da aldığı İstanbul'da Rumlara yaşam alanını sağlayan Fatih Sultan Mehmet ve ordusunun daha güzel yaşama arzusunu anlayamamıştır. Bu tiplere dikkat edin, küçük burjuva solcusu, hatta solcudan ziyade liberal olduğunun farkında olmayanlar da Beykoz halkını beğenmez, diğer sağcı olanlar egemen güçler de Beykoz halkını devlet gücünü kullanarak işgalci yakıştırmalarıyla suçlu ilan eder. Yani her iki tarafın buluştuğu ortak nokta budur, halkı dışlamak! Böyle olunca bir süre sonra halk işgalci olduğuna inanır hale gelir. Amaç da bu değil midir zaten, halka olmayan suçunu kabul ettirip halkı sindirmek!
Halka güvenmekten başka şansımız yok
Zamanla parti ve polis devleti olan, hukuktan ve bağımsız ordudan çok uzak kalan karşıdevrim Türkiye'sinde bir kaymakam Beykoz'a atanıp emekçi Beykozlular için işgalci deme cüretini gösterdi. Tüm bunlar benim onuruma dokunan gerçeklerdi ve Beykoz için yazmaya başladığımdan beri daima bu egemen güçlerin karşısında durup halkın gücünü bilmesini ve bu kaymakam gibi adamlara en azından ağzının payını vermesini istemiştim. Halkı dışlayanlar karşısında halk olarak halka güvenmekten başka bir şansımız yok(tu). Bundan 10-12 yıl öncesinde emekçi Beykozluyu işgalci haline getiren kasıtlı politikalar karşısında isyan ve arayışlar içerisinde yazılarıma devam ederken Beykoz'daki yöre derneklerini yerel siyasete kapak atmaktan başka ne işe yararlar diye topa tutmaya başlamıştım ki, bu derneklerden birinin, yani KAS-DER dedikleri Kastamonuluların öncülüğünü yapan derneğin başkanı bu tepkim karşısında ayağa kalktı. Bu başkanın adı, Süleyman Çalık'tı.
Genel merkezlerin kölesi olanlar ve çakma solcular Süleyman Çalık kadar olamazlar
Süleyman abi, Zapata'nın sözlerini ayakta ölmeyi tercih ederek içinde yaşatan onurlu bir adammış ki, Beykozlunun işgalci olmadığını açıklayan yazılarıma ta ki yıllar öncesinden beri hak verdiğini beyan ederek ne yapmalıyız konusunda benimle fikir alışverişinde bulunmaktan geri kalmadı. Yıllar önce böyle tanıştık Süleyman abiyle. Sonra ne mi yaptık, onun derneğinin öncülüğünde Kavacık'ta 2. Köprü'ye giden yolu kapatıp beyaz pankart üzerine siyah renklerle "Beykozlu işgalci değildir" yazarak basın açıklaması yaptık. Siyasi partiler dahil herkesi davet ettik. Şu an aramızda olmayan, Zeytinburnu'ndan Beykoz'a taşınarak buraya çabucak ısınan ve uzun yıllar sağ siyaseti desteklemiş antiemperyalist kişilik Mustafa Dumlupınar basın açıklamasını yapan kişi oldu. Bu eylemin ardından Süleyman abiyi çok uzaklardan arayanlar olmuş, "Başkan sen ne yapmışsın?" falan diye. Ne yapacak, olması gerekeni yaptı Süleyman abi! Risk aldı. Bugünlerde pek çok muhalifin el üstünde tuttuğu Fatih Portakal bu eylem için Süleyman Çalık kim oluyor ki gibilerinden Süleyman abiyi sunduğu ana haber bülteninde eleştirmişti. Tabii Portakal gibi yeni model çakma solcular anlamaz ama Süleyman abi halkın ta kendisidir. Açık ki, eğer bu halk siyasi partilere kalacak olursa, ilçe binalarına hapsolan o partilerin yerel temsilcileri çoğunlukla olan biteni izlemekle yetinir ve halk da kendisine yapılan hakaretleri içine atmakla kalır. Hele ki, eylemcilik kültürü denen o önemli olay bizim siyasetçilerimizde yok denecek azdır. Yani genel merkezlerin kölesi olanlar "Beykozlu işgalci değildir" pankartını 2. Köprü'ye giden yolda açtıran Süleyman Çalık kadar olamazlar. Bunu Fatih Portakal gibi çakma solcular anlamaz, daha doğrusu anlamaz istemez.
Yalnız değilsin Süleyman abi
Süleyman abi uzun süredir Beykoz Güncel diye bir gazetede yazılar yazıyordu. Bu gazete belediye eksenlidir. Dünyada sol ve sağ eğilimli gazeteler vardır hani. Bir de bunların belediye sürümleri vardır, sipariş üzerine oluşturulmuşlardır. Beykoz Belediyesi de malum AKP'li. Yani gazete de doğal olarak haberlerinde ve tutumunda AKP taraftarı bir gazete. Gazetenin AKP ile bir bağı olmaması imkansız. Süleyman abiye gelince, gençliğini solcu, son dönemlerini ise sağ partilere destek vererek geçirmiş bir yöre derneği başkanı olarak AKP'lilerin Beykoz'a yaptığı kötülükleri açıktan kaleme alınca gazete yönetimiyle ayrı düştü ve Zapata gibi diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmeyi tercih edenlerden oldu. Süleyman abiyi çok iyi anlarım. Yıllar önce ilk yazılarımı yazmaya başladığım zamanlardı ve yazdığım gazetenin sahibi CHP'lilerin bulunduğu salondan sırf benim CHP'nin o zamanki ilçe başkanı Hızır Yılmaz'ı eleştirdiğim yazılarımdan dolayı kovulmuştu. Bu olayın ardından birkaç yıl sonra internet üzerinden yayın yapan bir gazeteye beni köşe yazısı yazmak için davet ettiler ve o zaman da CHP'nin ilçe başkanı olan Mahir Taştan'ı eleştiren bir yazı yazmıştım. Köşesinde yazdığım o gazetenin Büşra Aksu diye çalışan vardı. Genç bir öğrenciydi ve gazetede röportajlar yaparak harçlığını çıkarırdı. Harçlığını çıkaran öğrenciye de röportaj için gittiği ilçe başkanı Mahir Taştan benim yazılarımdan dolayı kaba davranmıştı. Yani ben yazıyordum, benim yüzümden başkalarına psikolojk baskı uygulanıyordu. Böylece elçiye zeval olmaz lafı havada kalıyordu. Süleyman abi Beykoz'da elçi de zalimler elçi dinler mi hiç? Süleyman abiye istifa ettiği gazetedeki köşe yazarlarından sahip çıkmasını ve Süleyman abi gibi bir yazı yazacak cesarette olmalarını beklemiyorum, çünkü hiçbirinde o potansiyeli görmüyorum. Diyeceğim şu, yalnız değilsin Süleyman abi. Ahmet Kaya'nın şarkısında "Yüreğim anlıyor seni. Artık susma yorgun demokrat" sözleri geçer. Yüreğim anlıyor seni Süleyman abi ve artık susma diyorum sana. Ne de olsa sen buranın eskisisin, Kızılderilisin. Yani bizdensin. Dağdan gelip bağdakini kovmaya çalışan AKP'li Beyaz Adam'a yenilmeyeceğiz. Metin ve Kemal Kahraman'ın "Kaybolan kentin eskicisi" şarkısında dediği gibi, "Yalnız değilsin eskici. Bir sabah güneş doğar, sevgiden tuğlalarla yeniden kurarız bu kenti." Biz de kaybolan bu ilçeyi sevgiden tuğlarla yeniden kurmalıyız.