Hastalığının ağırlaştığı dönemlerde, “öldüğümde kimler düşünür beni arkamdan” diye hiç düşündün mü acaba?
Ölümünden yıllar sonra bile ara sıra gönül kıyısına bir dalga misali vuracakların arasında benim adım aklından geçti mi bilmem Meliha; ama düşünüyorum işte.
Meliha… İlkokul arkadaşım… 30’lu yaşlarında vardın yoktun belki de amansız hastalığa yakalandığında… Ama her rastladığımda sana, dökülmüş saçlarına, yok olmuş kaşlarına rağmen umudundan ve neşenden hiçbir şey kaybetmemiş güçlü bir kadındın sen…
Sana, senin bu dünyadan yitip gitmiş haline bazen ne kadar imrendiğimi bil isterim. Belki de hep aklıma gelişin bu “erken” gidişinden... Sen gittin peşinden sevgiler bırakarak; dünyanın tüm çirkinliklerine kapayarak gözlerini. Ve biliyor musun, nasıl da çirkinleşti bu ülkede, yaşaması sana nasip olmamış ilerideki o yıllar.
Asıl Allah’ı para olmuş kirli siyasetin, çirkefleşmiş siyasetçinin, iş bilmez yönetimlerin, satılmış idareci ve kalemlerin, beyinleri uyuşturulmuş koca bir güruhun güzelim vatan toprağını günbegün bataklık misali karanlığa emdiğini göremedin; ne mutlu sana…
Umudunu yitirmiş hayatları, zirve yapmış bezginliği görmedin.
Emeğin her gün alay edilircesine aşağılandığını, baş mertebesine ulaşmış ayakların altın rengiyle sarmalanmış yaşamlarıyla, fakirleri sabır ve daha çok sabır ile kandırdıklarını da görmedin.
Hani ilkokulda okumak için birbirimizle yarıştığımız o kahramanlık şiirlerinde süsleye püsleye övdüğümüz vatan toprakları var ya; sen bu şanlı toprakların peynir ekmek gibi satılır hale geldiğini, bilinçli bir şekilde araplaştırıldığını, üzerinde Türk olarak yaşamanın değersiz hale getirildiğini de görmedin.
Yerli malı kutlardık heyecanla okulda, değil mi bir zamanlar? “Türkiye, tarımda kendi kendine yeten bir ülkedir” diye gururla bize ezberletilmiş o cümlenin bir masala dönüştüğünü de görmedin sen. Bilsen, her şeyi ithal eder olduk artık. “Orada bir köy var uzakta” diye şarkısını severek söylediğimiz o köylü var ya; bezdirildi üretmekten. Çoraklaştırıldı topraklar. Zaten insan da kalmadı çoğu köyde. Çocuk da yok, okullar kapatıldı çoğunda.
Açgözlülüğü, asla doymamayı, dibine kadar harama, dibine kadar kul hakkına gömülmeyi ama buna rağmen “bakara makara” diye çevirerek, koca bir güruhu uçuruma doğru peşinden sürüklemeyi hâlâ başaran yöneticilerden de tiksinmedin bizim gibi sen, ne mutlu sana…
Biliyor musun, bu toprakların asıl sahibi insanların umudunu emdikleri yetmedi;
Yandaşa otel motel diye yakılan, peşkeş çekilen güzelim ormanların katli yetmedi;
Hayvanlara da ilişti şeytan gözleri:
Ölüm fermanı çıkardılar dilsiz yaratılmışlara. Baltayla, sopayla, zehirle sokaklarda it avlar oldular. İçlerinden çıkan o gerçek yüzleriyle mahalle aralarında avlanır oldular. Biliyor musun, geçen gün öldürülen bir yavru köpeğin açık gitmiş gözleri; sanki, “Ben sizi öte alemde bekliyorum” der gibi… Ya Rab, göster ilâhi adaletini! Razıyım ben de bu hesap verişin içinde yok olmaktan. Yeter ki bitsin bu ızdırab. Zehirlenen köpeklerin can çekişirken acıyla kasılan bacakları gibi, bu katl fermanına rıza gösteren herkesin de aynı şekilde kasılsın kalpleri…
Hani, yavrusunu emziren kediyi rahatsız etmemek için ordusunun yolunu değiştiren peygamberin ümmetiydi bunlar Meliha? Yalan, vallahi de yalan. Riya, riya; dört bir yan riya… Ne güzel, sen bu dilbaz riyakârları görmedin.
Sen haram uykusundan uyanmak bilmeyen bir güruhun parçası değilsin artık; ne mutlu sana!
Senin uykun haram olan uykulardan değil; en helal olanından…
Helalin ile uyu sevgili Meliha!
Rahmet olsun toprağına…
Nurlar sarmalasın bedenini…