AKP ve MHP ortaklığı Beykoz'daki tarihi çayırı birkaç kişi para kazanacak diye Millet Bahçesi'ne çevirecek. Büyükşehir Belediye Meclisi'nde böyle utanç verici bir karar alındı. Bunun adı AKP'nin ve ortağı olan MHP'nin kendinden olanlara para kazandırmak, doğa ile insan ilişkisine duvar çekmek, kendinden olmayanları ise dışlayıp cezalandırmaktır. Ayrıca vatandaşın bir araya gelip hiçbir bedel ödemeden rahatça nefes alıp hoşbeş etme, spor yapma durumuna engel olmaktır bunun adı. Zaten nerede halk tarafından tercih edilen çekici ve güzel bir alan varsa AKP, ardındaki kuyrukçularının desteğiyle oraya el atmaya bayılır. Bunun örneği çoktur. Lamı cimi yoktur, AKP-MHP ortaklığının oy çoğunluğu çayırı büyüteceğiz, oradaki işgalleri kaldıracağız yalanlarıyla birlikte aslında Beykoz Çayırı'nı tarihten silecektir.
Genişleyen ya da büyüyen değil, aslında daralan ve doğal halinden uzaklaşarak yapay hale gelecek olan çayırın bozulması için oy veren AKP'li ve MHP'li büyükşehir meclis üyelerini artık Beykoz ve İstanbul halkı iyi tanımalıdır. Örneğin, bu halktan bir kesim muhafazakar dedikleri bir yapıdan gelmiştir ya da ülkücülere sempatisi vardır ama onlar çayırda eşiyle dostuyla bir sohbet edeyim, bir çay içeyim dese, artık bu durum en başta gelir düzeyi düşük olan bu insanlar açısından eskisi gibi olmayacaktır. Çayır doğal haliyle kalıp bozulmasın mantığıyla teklife ret oyu veren iki parti ise CHP ve İYİ Parti'dir. Yani bu partiye oy vermeyenler, ideolojik olarak uzak duranlar, bilsinler ki, halkın alacağı keyfi, çayırın canını ciğerini düşünen bu partiler ve temsilcileri olmuştur. Bu yüzden yiğidi öldürüp hakkını yememeyi en başta sürekli mağdur edilen halkımız bilmek ve öğrenmek zorundadır. Ne acı ki, AKP ve MHP'de bir vekil, bir temsilci olmak, bir iş halk için ya da doğa için tehlike ve kötülük içerse de her halükarda tepeden gelen buyruğa boyun eğip susmayı gerektirir. İşte, tarihi çayırı Millet Bahçesi'ne çevirme olayı da buna son örnektir.
Çok yakınında cami, çocuk parkı, lunapark ve çay bahçesi ile tuvaletler olan çayırda AKP'nin bahsettiği işgalleri anlamak da mümkün değildir, çünkü AKP'li belediye kısa mesajında işgalleri kaldıracağından bahsetmektedir. Çayırın kenarında çimenlere selam duran ağaçlar var mesela. Onları mı kaldıracaklar, onların görünümünü mü bozacaklar, belli değildir. Sanki Millet Bahçesi'ne evet diyen anlayış saymış olduğum bu yapılardan çok daha az bir yer işgal edecek de bir de epeydir var olan kendi halindeki yapılara işgal yakıştırması yapıp hedef gösteriyor. Ama halk merak etmesin, AKP anlayışı çoktandır Beykoz halkının binbir türlü zahmetle yaptırdığı evlere de işgal deyip Beykoz halkını da resmi olarak işgalci görüyor zaten. Yani bugün çayır gider, yarın evler...
AKP ve MHP ileri gelenlerine sorsanız, alanı büyütüyorlar! Bu arada alan zaten oldukça büyük. Halk tarafından yoğun tepkiler gelince belediye, AKP'li başkan Murat Aydın'ın ağzından Beykoz halkına kısa mesaj göndermek zorunda kaldı amaç büyütmek ve işgalleri kaldırmak diye! Tabii tüm bunlar fasa fiso, çünkü Millet Bahçesi'nin içinde oluşacak işletmeleri, çeşitli yeni yapıları, mescitleri düşündüğümüzde çayırın doğal yapısı zaten bozulacak, çayır ve kenarındaki tarihi ağaçlar doğal görünümündeki sadelikten iyice uzaklaşacak ve insanların bedavadan sandalye koyup çayını demlediği, evinden, kilerinden bir şeyler getirdiği o aile, arkadaşlık tadındaki geleneği de yok olacak. O yüzden bu büyütme olayı hikayedir. Kaldı ki, çayırı her yerde olan bol inşaatlı standart bir bahçeye çevirmek büyütmek değil, küçültmektir.
Beykoz Belediyesi'ndeki AKP ve MHP'liler ile İBB'de bu utanç tablosuna evet oyu verenler halkı çok düşünüyorlarsa toplasınlar halkı, çayırın yeni halini tanıtsınlar, sonunda halkoylamasına gidilsin. Bakalım, Beykoz halkının kararı çayır büyüsün mü olacak, yoksa yok, aynı kalsın mı, o zaman göreceğiz. Ha, böyle bir oylama yaparlar mı, elbette yapmazlar ama lafa gelince, halka istediği hizmeti vereceğiz derler, ardından halkın asıl istediklerini önemsemeyerek kendi çıkarları doğrultusunda kelimeleri çarpıtarak halka korkmayın mesajı verirler ve nihayetinde sinsi planlarını devreye sokarlar. Bir de halk kirli siyasetin kan kardeşi olan sermayenin işgalci yaptırımlarına karşı çıkınca halkın adını hainden bölücüye çıkarıp hakkını arayanları masallarla uyuttukları halka hedef göstererek halkı birbirini düşürürler. Kimse kusura bakmasın ama Beykoz halkı sadece sandıkta değil, aleyhine olan her olayda tavrını net koymalıdır. Yoksa halkın var olma kimliği çalınır, en sonunda şaşkınlık içinde bakakalınır. Bu işler hep böyledir, önce çayırın, sonra evin barkın ve bir bakmışsın mahalledeki dostlukların gider. Yani en büyük cezan verilir, yalnızlaştırılırsın!
Ne diyor şarkılar türküler, "Çayırda buldum seni, ellere vermem seni, 'Kesik Çayır', çayır çimen geze geze..." diyor. Çayırlar öylesine bizimledir, öylesine bizimdir işte. Bizim edebiyatımızda "Eylül" romanı vardır mesela Mehmet Rauf'un. İlk psikolojik romanımız olarak tarihe geçmiştir. Beykoz Çayırı'nda dolanır karakterler. Beykoz Çayırı insanın ruhunu tamir eder, o derece. Tesisleşme denen olay henüz bu denli ortalarda yokken nice şanlı spor kulüplerimiz Beykoz Çayırı'nda idman yapmıştır. Bu çayırda birileri aşık olmuştur, kimi sevdiği bir sanatçıdan çıplak sesle dinlediği şarkıyla başka alemlere gitmiştir, kimi bir kuşun sesini duyup ayaklarını uzatıp dinlenmiştir orada. Tarih, sanat, spor, insan-doğa ilişkisini yok sayarak o çayırı büyütmek ne büyük bir yalandır. Açıkçası tarihe ve doğaya resmen ihanet etmektir. Beykoz Çayırı'nı halkın çokça rağbet göstermediği ve siyasi bir oluşum olan Millet Bahçesi yapmak, insanların hayallerini, aşklarını, sevgilerini, anılarını ve özlemlerini silmektir. Beykoz Çayırı'nın öldürenlere şaşkınca bakmakla yetinmemek, direnmek gerek.
Ferhan Şensoy'u bu eylül ayında kaybettik. Ben yine bir eylül ayında Beykoz Çayırı için bir şiir yazmıştım. Ferhan Şensoy, Münir Özkul'dan kavuğu almadan 9 yıl önce, yani 1980 yılında "İstanbul'u Satıyorum" adında bir oyun kaleme aldı. O oyunda sermayedarların ve serbest piyasacı egemen güçlerin İstanbul'un tarihi dokusuna ve doğasına verdiği tahribatı usta tiyatrocular müzikli güldürü şeklinde ancak yıllar sonra sahneye koyabildiler. 80 Darbesi'nin zulmünün sürdüğü ve köşedönmecilik virüsünün ANAP'la birlikte yurdumuzu sardığı yıllardı. Oyunda İstanbul'un o zamanki çirkinleştirilen haline isyan eden bilge bir karakter olan Koca Sinan, yani aslında mezarından kalkarak 80'lerin İstanbul'una gelen Mimar Sinan rolündeki Münir Özkul'un şu anlamlı sözleri iki büyük ustanın anısına ve şu yazının hatırına Beykoz Çayırı'na gitsin,
"Neden ağaçlar yerinden sökülüp bir başka yere dikilemezler, dikilirlerse orada yaşamazlar. Şimdi sen belki çok sevdin yeni bahçeni ama köklerin şaşkınlık içindeler. Çok yaşamaz yaprakların, bir bir dökülerler, sen de şaşar kalırsın. Derken bir gün gelir, ölür gidersin, şaşkınlık da biter."