Hisse alınabilmesi temennisiyle, siz değerli okuyucularımıza Mevlana’nın, ders niteliğinde olan bir sözüyle seslenmek istedim: “Ey Gönül! Tenha bir yer bulduğunda dilediğin kadar Rabbine gizlice ağla, ama sakın tenha yerlerde ağlayan gönüllere sebep olma…’’ Çünkü hepimiz, olması gerektiği gibi değil, zaman zaman dünyalık çıkarlar ve bir yerlere gelebilmek uğruna egolarımızın esiri olabiliyoruz. Bu vesileyle heba ettiğimiz ömrümüzün, ahiretimizin ve kırdığımız kalplerin farkında olmadan…
Özellikle gençlik dönemlerinde oluşmaya başlayan, hislerimizin, ahlaki duygularımızla, dış ortam koşularının durumuna göre gerçekleşmesi olan egolarımız, üstünlük duygusu ve kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşıyan kişilik şeklidir. Destek verildiği takdirde, karakterin eksik kaldığı bu durumdaki kişi başkalarını kıskanır ya da kendisinin kıskanıldığını düşünür. Odak noktasında kendisinin olduğunu zanneden, narsist duyguları tavan yapmış kimselerin, içinde bulunduğu bu olumsuz duygularını fark etmeleri de çok zordur. Amaçlarına ulaşabilmek için başkalarının zayıf taraflarını kullanarak, karşısındakinin sorunlarını dinleme nezaketinde bile bulunmayan, acıma duygularının da gelişmediğini gördüğümüz bu kişiler, içinde bulundukları olumsuz duygularını algılayamamaktadır.
Bizleri geliştiren yaşamsal bir içgüdü olan egolarımız, kontrolsüz vuku bulması durumunda ise ruhsal ve bedensel rahatsızlıklara neden olabilmektedir. Kimi zaman egolarımızı kontrol altına almak bizim en zorlu sınavımız olabilmektedir. Bilindiği üzere eğitim düzeyi yüksek olan kişilerin egoları da büyümekte, sınır tanımadan yaşanan bu durumun sonunda ise kişi doğru hareketlerden kopmaktadır. Toplumdaki her bir ferdin aralarında, toplumsal kuralları gözeten bir ilişkiyi kurmaması, kendilerinde ruhsal problemlere neden olmaktadır. Bu olumsuz düşüncelerin, sinir sistemi üzerinde yaptığı tahribatın yanı sıra etrafındakilere negatif etki yaparak, onların da nefretlerinin kazanılmasına neden olacaktır. Fakat kendimizin en büyük eleştirmeni olursak, yaşadığımız olumsuzlukları yakalayabilir, konunun çözüm arayışında ise bu vesileyle kırdığımız gönüllerin ve biten arkadaşlıkların geri kazanılması da sağlanacaktır.
Bu tür davranışları sergileyen insanlarla ilişkilerimizde daha dikkatli davranmamız gerektiği düşünerek, Mevlana’nın diğer bir sözü olan: “Egonu yenmeyi başardığın zaman, içindeki bütün karanlıklar aydınlığa dönüşecektir” sözünü de kulak ardı etmemeliyiz.
Bizler isteklerimizi erteleyebilmeli, ihtiyaçlarımızı karşılamak için mücadele ederken, yaşamımıza kendi isteklerimiz doğrultusunda yön vermek yerine, topluma uyum sağlayarak gerçekleştirmeliyiz. Çevremizdeki diğer bireylerle birlikte dostça yaşamak, farklılıklara karşı saygılı olmak ve her daim iyilikler yapmak asli görevimiz olmalıdır. Egoist ve narsistlerin içindeki canavarın, desteklendiği sürece büyüdüğünün bilinciyle, umarım, dünyalık çıkarlar için adeta birbirimizi yemek yerine, dini hassasiyetler dahilinde, kişisel hakları çiğnemeden, bize verilen hakları dengeli olarak kullanmayı zamanla öğrenebiliriz.
Hepimizin Ego gücü ne kadar çok olursa olsun, toplumdaki diğer bireylerle uyum içinde, hiçbir kimsenin haklarını çiğnemeden, kendi istediğimiz gibi yaşama arzusundan uzak bir profil çizmeliyiz. Mutlu anları yaşamanın bir başka sırrınında ömrümüzün odak noktasına, güzel “Dinimizin Emirlerini” yerleştirerek(kul hakkı, saygı, hoşgörü, tahammül göstermek v.b) tefekkür edersek, mutlu, huzurlu ve sağlıklı günler bizden ırak olmaz…