Pişman olacağımız şey ne acente pencereleriyle sınırlı seyahatler, ne yeni bir araba, ne hayallerimizin kadını ya da erkeği, ne de daha iyi bir maaş olacak. Zevklerimize göre değil, başkalarının beklentilerinin esiri olarak yaşamış olmak olacaktır. Kendimizi sevimli kıldığımız ya da öyle yaptığımızı sandığımız cilt maskesi düşecek. Ve modanın yarattığı maskeydi. Sevilebilinir olmak ile yetinen birinin maskesi. Sevmedi. Kendimizi rekabete, sonuçlara kaptırmak, kafamızın dışında var olmadığı için asla ulaşılamayan bir şeyin peşinde koşmak, bağları ve ilişkileri ihmal etmek. Gerçeği söylemeye cesaret edemediğimiz için pişman olacağız.
Çevremizdekilere yeterince "Seni seviyorum", çocuklarımıza "Seninle gurur duyuyorum", hatalı olduğumuzda, hatta haklı olduğumuzda "özür dilerim" diyemediğimiz için pişman olacağız. Kangrenli kırgınlıkları ve çok uzun sessizlikleri gerçeğe tercih ettiğimiz zamanlar. Sonra sevdiklerimizle vakit geçiremediğimiz için pişman olacağız. Her zaman orada olanlara dikkat etmedik, çünkü onlar her zaman oradaydı.
Peki hayattaki bu yalnızlığa nasıl tahammül ettik?
Bizi öldürücü dozlara dayanmaya alıştıran bir zehir gibi yutulduğu için buna katlandık. Ve acıyı çok küçük ve çok tatlı taşıyıcı annelerle boğduk, telefon açıp nasılsın diye sormayı bile beceremedik. Sonunda daha mutlu olamadığımız için pişman olacağız. Oysa ki; içimizdeki çiçeklerin gelişmesi ve açması yeterliydi ama şairler gibi sevmek yerine, bilim adamları gibi bilmek yerine alışkanlıkların, takıntı ve bağımlılıkların, tembelliğin, bencilliğin bizi ezmesine izin verdik. Çocuğun, çocukluğunun haritalarında gördüklerini dünyada keşfetmek yerine...