Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, iptal edildiği için yenilenen 23 Haziran 2019 tarihli İstanbul seçimlerinden hemen önce, 19 Haziran 2019’da “Kürt kardeşlerimiz şu anda her türlü hakka sahip. Kim bir Kürt kardeşimin hakkını gasp etmeye kalkarsa karşısında hükümetimizi bulur.” diye iddialı bir açıklama yapmıştı.
Peki durum gerçekte böyle mi? Değil. Zira vatandaşın,devleti yönetenler tarafından sahip çıkılması gereken en önemli haklarından birisi, vatandaşın verdiği oy’a sahip çıkılması ve onun gasp edilmesinin engellenmesidir. Demokratik ülkelerde belirli periyotlarla seçimlere gidilir. Yerel seçimler de bunlardan bir tanesidir. İnsanlar beldelerinde, ilçelerinde ve illerinde 5 yıl süreyle kendilerine hizmet edecek belediye başkanlarınıseçerler.
31 Mart 2019 yerel seçimleri ülkemizde en son yapılan yerel seçimdir. 31 Mart seçimlerinde Kürtlerin yoğun olduğu illerde, ilçelerde ve beldelerde Kürt kökenli adayların ekserisi seçimleri kazandılar ve ardından seçilen belediye başkanları görevlerine başladılar.
İptal edilen İstanbul seçimlerine kadar, İstanbul’da seçmen olan Kürtler ‘’AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir adayı Binali Yıldırım’a oy versinler’’ diye her şey suyunda devam etti. AK Parti İBB’yi geri almayı çok istiyordu. Bu hırsla, İstanbul’daki hatırı sayılır orandaki Kürt oylarını alabilmek için siyasi serüvenlerinin en büyük hatasını yaptılar ve terörist başlarından Osman Öcalan’ı devlet televizyonu TRT’ye çıkarttılar. Ardından,yetmezmiş gibi 30 bin insanımızın katili baş terörist Abdullah Öcalan’ın Kürt seçmenleri cumhur ittifakına yönlendirmek adına yazdığı mektubu da televizyonekranlarından okutturarak adeta kendi idam fermanlarını imzaladılar.
Art niyetle yapılan hiçbir hesap tutmadı. İstanbul seçimleri AK Parti’nin büyük hezimeti ile sonuçlanıp, Kürt seçmenin büyük çoğunluğunun da Ekrem İmamoğlu’na oy verdiği anlaşılınca olanlar oldu.
HDP, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde 3’ü büyükşehir(Diyarbakır, Van, Mardin) olmak üzere toplam 8 kentte il belediye başkanlığı, 40 ilçe belediye başkanlığı ve 12 de belde belediye başkanlığı kazanmıştı. Kaybedilen İstanbul seçimlerinden hemen sonra düğmeye basıldı ve HDP’li belediye başkanlarına karşı peş peşe dosyalar hazırlanarak davalar açıldı.
Ağustos 2019 tarihinde, yani yenilenen İstanbul seçimlerinden hemen sonra Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediyeleri ile beraber, Iğdır, Batman, Siirt, Hakkari ve Kars il belediyelerine de kayyum atandı.
Çok geçmeden peşi sıra, Diyarbakır’da Bismil, Eğil, Ergani, Hazro, Kayapınar, Kocaköy, Kulp, Lice, Silvan, Sur, Yenişehir ilçelerine, Urfa’da Suruç ilçesine, Mardin’de Derik, Nusaybin, Kızıltepe, Mazıdağı ve Savurilçelerine, Van’da Başkale, Erciş, İpekyolu, Muradiye, Özalp ve Saray ilçelerine, Ağrı’da Diyadin ilçesine, Muş’ta Bulanık ve Varto ilçelerine, Bitlis’te Güroymak ilçesine, Siirt’te Baykan ve Kurtalan ilçelerine, Şırnak’ta İdil ve Cizre ilçelerine, Hakkari’de ise Yüksekova ilçesine kayyum atandı. Yine aynı dönem içerisinde Akpazar, Sarıcan, Karayazı, Esentepe, Altınova, İkiköprü, Gökçebağ, Lafeli belde belediyelerine de kayyum atandı.
Bütün bu hızlı sürecin sonunda HDP’nin elinde hiç il belediyesi kalmadı. Kayyım atanmayan Adıyaman-Kömür, Ağrı-Patnos, Diyarbakır-Çınar ve Dicle, Erzurum-Karaçoban, Şırnak-Silopi ve Şırnak-Balverenolmak üzere HDP’nin elinde kala kala 4 ilçe ve 2 belde belediyesi kaldı. Bunlardan Diyarbakır Dicle ilçe belediye başkanı da AK Parti’ye geçip ‘’millileşerek’’ bir nevi kendini kurtarmış oldu.
Bazılarınızın, ‘’Ne o, HDP’li belediyeleri mi savunuyorsun?’’ dediğini duyar gibi oldum. Hayır! Benim savunduğum demokrasi. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Sayın Abdullah Gül’ü aday yapmamak için ortaya atılan “367 Garabeti’’ne demokrasi adına nasıl karşı çıkmışsam, 31 Mart 2019’da bileğinin hakkıyla seçimi kazanan Ekrem İmamoğlu’nun hakkına yine demokrasi adına nasıl sahip çıkmışsam, belediye başkanlarının bir kısmının sadece siyasi sebeplerle görevden alınmasına, görevden alınan belediye başkanlarının yerine meclis içinden belediye başkanı seçilmesi kuralını işletmek adına gereğinin yapılmayıpkayyumlarla devam edilmesine karşı çıkıyorum. Çünkü oy gaspı anlamına gelen bu yaklaşımı diğerleri gibi antidemokratik buluyorum.
“Ama aynı şey değil, o belediye başkanları ‘terörist’miş” diyenleriniz olacaktır. İşte bu noktada size diyorum ki, madem bu adamlar teröristti, terörist oldukları belediyeyi kazandıktan hemen sonra mı ortaya çıktı? Elbette hayır. Burada iyi niyet yok. Burada Kürtlerin cumhur ittifakına oy vermemesinin siyasi intikamı var.
2 dönem İBB ve Beykoz belediye meclis üyelikleri yaptım. Belediye meclis üyesi ve belediye başkan adayı olan insanlardan başvuru sırasında bir takım evraklar istenir. Bunların en önemlilerinden birisi de adliyelerden alınan “Temiz kâğıdı”dır. Görevden alınan 59 belediye başkanına da temiz kâğıdı verip ‘’evet aday olabilirsiniz’’ diyen kim? Tabi ki devletin hukuk sistemi. Pekalaseçimleri kazanan bu adamları “Pardon siz temizdeğilmişsiniz.” diyerek kısa süre içerisinde görevden alan kim? Devletin hukuk sistemi. Nasıl bir garabet değil mi?
Diyelim ki bu belediye başkanlarının tamamı suçlu. Bu sebeple görevden alındılar. Teamüllere ve mevcut Belediye Kanununa göre, başkanın yerine yine seçimle gelen meclis üyelerinden birisinin gizli oyla başkan seçilmesi ve demokrasinin devam ettirilmesi gerekir. Aynen, istifa ettirilen Sayın (Merhum) Kadir Topbaş’ın yerine, Sayın Mevlüt Uysal ve istifa ettirilen Melih Gökçek’in yerine Sayın Mustafa Tuna’nın meclis üyelerinin gizli oylarıyla başkan seçilmesi gibi. (Ben de İBB meclis üyesi olarak oy kullanmış ve bu sürecin yakından şahidi olmuştum) Fakat kayyum atanan belediyelerde bu teamül yerine getirildi mi? Hayır. Aday olabilmek için aldıkları temiz kâğıtlarına rağmen, görevden alınan ve yerlerine kayyum atanan belediyelerin hiç birinde seçimle gelmiş olan meclis üyeleri için (İstanbul, Ankara, Balıkesir ve daha birçok yerde olduğu gibi) bu süreç işletilmeyerek kendi aralarından başkan seçtirilmemiş, devletin “Evet aday olabilirsiniz.’’ diye izin verdiği meclis üyelerin tamamına da yine devlet adeta toptan suçlu muamelesi yapmıştır.
Ez cümle, demokrasi adına tarihimizde garabet bir süreç olarak yerini alan kayyımlar süreci, boşa giden ve bir nevi gasp edilen milyonlarca Kürt oyu anlamına gelmektedir.
Pekala tüm bu yaşanan ve şahit olunanlardan sonra,haksızlığa uğradığını düşünen ve oyları heba edilerek iliklerine kadar değersizlik hissi yaşatılan Kürt seçmen,AK Parti’ye ve AK Parti’nin göstereceği cumhurbaşkanı adayına oy verir mi? Misal, HDP iktidara gelse ve oylarınızla seçtiğiniz Trabzon, Osmaniye, Yozgat,Beykoz, Üsküdar vs belediyelerine bir sebeple kendilerine yakın bürokratlardan kayyum atasa, sonra da meclis üyelerinden seçmek yerine o kayyumla sonuna kadar devam etse ne hissedersiniz? Bir anlığına da olsa empati yapın...
Unutmayın ki; hak hukuk adalet bir gün hepinize ve hepimize lazım olacak.
Dostluk ve muhabbetle…