İran'ın bir Atatürk'ü yok!

İran'ın bir Atatürk'ü yok!

Yıllar önce benden yaşça büyük Marksist bir kadın ile Türkiye'de Atatürk'ün verdiği kadın hakları üzerine tartışmaya girmiştik. Kendisi Atatürk devrimlerini hafife alarak "Biz kadınlar zaten haklarımızı alırdık." gibilerinden bir şeyler geveledi bana. Yani laikliğin mimarı Mustafa Kemal'in Osmanlı paşası olduğu istibdat yıllarında 3 kişi bile yan yana gelemezken yeri geldiğinde, kadınlar çıkıp padişahı devirip özgürlüğün en önemli kollarından biri olan laikliği mi getireceklerdi acaba, öyle kolay olur muydu, tabii ki olmazdı. Bakın Arap Yarımadası ülkelerine ya da diğer baskıcı diktatörlüklere, kadını-erkeği haklarını öyle sokağa çıkıp alabilmiş mi? Hala da alamamışlar işte. Lamı cimi yok, Türkiye'de kulu vatandaş yapan, kadına da bağımsızlık ve özgürlük veren kişi tektir, o da Atatürk! İran'ın bir Atatürk'ü olmadığı için o zavallı genç kadın sırf saçı gözüktü diye işkenceyle öldü. Yani bir hiç uğruna.

İran'la Türkiye arasında çok önemli bir fark varsa, o da Türkiye'de sosyal hayatta ve devlet çatısı altında laikliğin bir şekilde kabul görmüş olmasıdır. Birileri o laikliği istemese de Türkiye'de ezici çoğunluk laik gibi düşünmeyi hayatın akışında öğrenmeyi başardı. Bu da Atatürk sayesinde oldu. İran'da ve pek çok yerde bu düşüncenin oturması uzun yıllar yine çok zor olacak.

Şeriat varsa kadın yok!

Bir zamanlar iletişim kurduğum bir kadın vardı, Cağaloğlu'ndaki İran'ın başkonsolosluğunda görevliydi. Şeriat devrimi olunca İran'da ülkelerinden ailece kaçmayı başarmışlar. Bir gün bu kadın arkadaşları ile Kadıköy'de bir mekanda biralar eşliğinde İran'ın Dünya Kupası'ndaki bir maçını izlemek için oturduğu o anı fotoğraf olarak paylaştı sosyal medyada. Kendisine özelden afiyet olsun dileklerimi iletince Türkiye'nin Dünya Kupası'nda yer alamayışı noktasında şakayla takıldı bana. Ben de Türkiye'nin Avrupa takımları ile mücadele ettiği için İran'a göre daha zor aşamalardan geçmesi gerektiğini, İran'ın Asya takımları ile daha kolay yollardan kupaya katıldığını izah ettim ve kendi ülkesinde bu biraları arkadaşları ile içip bir maç bile izlemeyeceğini söyledim ona. İşte Atatürk'ün inşa ettiği laik Türkiye'ye sadece o an için bile şükran duyması gerektiğini ayrıca açıkladım. Bir daha o kadınla hiç iletişim kuramadık. Laflarım ağır gelmişti ona. Çünkü kendi ülkelerinin bir Atatürk'ü yoktu. Öyle ulu orta kadın-erkek değil içki içmek, ne acı ki, yan yana bulunmaktan bile acizdi İran halkı. Zaten kendisi bunu bildiği için gurur yapıp kıskandı ve cezayı bana hiç muhatap olmamakla kesti. Şeriatın kestiği parmaksa son olarak İran'daki o genç kadının hayatla tüm ilişkisini kesti, çünkü şeriat varsa kadın yoktu!

Persepolis filminde İran'da şeriat devriminin bir ülkenin toplumunu çok kötü bir şekilde nasıl dönüştürdüğüne dair harika tespitler yer alır. İzlemeyenlerin izlemesini tavsiye ederim.

Eşcinsellere ön yargı yapanlar

Bir komşumuz var, özel bir okulda gitar konusunda eğitmen ve aynı zamanda yönetici. Bir gece beni rakı içmeye çağırdı ve yanında keman çalma konusunda ustalaşmış bir müzik öğretmeni yer alıyordu. Üç erkek sohbet eşliğinde yiyip içmeye başladık. Derken, benim yeni tanıştığım keman eğitimi almış kişi tuvalete girme öncesi karşı karşıya kaldığımız bir anda herhalde biraz da çakırkeyf olmanın etkisiyle bana, "Ben güzel miyim," diye bir sordu. Ben de biraz şaşırdım tabii. Yeni gördüğü bir insana bir insan neden böyle bir soru sorsun ve bir de erkekte güzellik yerine yakışıklılık tabiri daha çok kullanıldığı için cinsel tercihlerine yönelik kafamda tahmin oluşmaya başladı. Zaten onu tanıdığım ilk andan itibaren gözlemlediğim hal ve hareketleri kadarıyla kadınsı bir hava da sezdim. Tabii soru soran öğretmenin bu hareketleri asla taciz anlamında rahatsız edici hareketler değildi. Bizim komşu herhalde bu durumu çakozlamış olacak ki, bu olaydan bir süre sonra bana rakı masasında sessizce güldü ve arkadaşının eşcinsel olduğunu, o arkadaşının olmadığı, baş başa kaldığımız bir anda söyledi.

Onların tanışmalarına gelince, ikisi öğrenciyken okul ortamında bu kişinin bizim komşudan hoşlanmasıyla doğuyor bu süreç. Ancak bizim komşu da eşcinsel olmadığı için aralarında flörtöz bir durum olmayacağını açıklıyor. Fakat bu demek bu değil ki, iyi bir arkadaş olamayacaklar. Hiç dışlamamış benim komşu abim arkadaşını. Onun o gece yarısında eşcinsel arkadaşını çekyatta sızıp yattığı anda ince bir battaniye ile dikkatle ve hafifçe bir örtüşü vardı ki, arkadaşlıklarının temelini öğrenince tam da o anda gözümden bir damla yaş gelmek üzereydi. Karşılıksız bir aşkta dışlanmamak, arkadaş kalmak ve sadece battaniye ile değil, vicdanla örtülen bir beden, belki de bir ruh. Ne güzel bir kareydi, hiç unutmam.

Hani eşcinsellere karşı yürüyüş yapıyorlar ya ülkemizde, o yürüyüş yapanların zihnine ortak olan bir devlet ve toplum aklı çok tehlikeli olup bu ülkeye daima zarar verir. E, veriyor da zaten. Eşcinseller ise genel itibarıyla zarif insalardır ve genellikle suç oranları düşüktür. Açıkçası, eşinsellere ön yargı yaparak katı yaklaşanların zararlı olma ya da zarar verme potansiyelleri daha fazla.