Memleketimiz giderek daha yaşanmaz bir hâl almaya başladı. Sosyal medya hesabımdan şunu ilan ettim: "Eğer 2050 yılında doğan bir çocuk büyüdüğünde bugünlere dönüp bakarsa 'İyi ki o dönemde yaşamamışım' diyecek..."
Gelin şimdi şu toplumsal halimizi bilimsel olarak bir masaya yatıralım...
Bizim toplumumuz nasıl bir toplumdu? Ben 1980'leri ve 1990'ları iyi bir şekilde hatırlayan, o yıllarda çocuk ve genç olan bir kişi olarak söyleyeyim: Zengin olma hayaliyle yaşayan milyonlarca insan... Peki, bugün de aynı kişiler yok mu? Var ancak bir farkla: Geçmişte zengin olmaya çalışan kişiler, şuurlarını kaybeder gibi yaşamıyorlardı. Yani zengin olmayı başaran şuurunu kaybediyordu ama fakir kalan sakin, mutlu ve tatmin bir şekilde hayatını yaşamaya devam ediyordu. Oysa bugün o sakin inanlar yok artık... Ülkemizdeki insanlar ne hikmetse zengin olmak noktasına ulaşamadan tatmin olmayacaklarını; bu uğurda ise şeytanın bile aklına gelmeyecek her türlü yolu denemekten çekinmeyeceklerini kamuoyundan da saklamadan söyleyebiliyorlar.
Eskiden hırsızlık-yolsuzluk yok muydu? Elbette vardı. Eskiden cinsel istismar konusu yok muydu? Elbette vardı. Bugünkü kadar mıydı? Hayır ama belki de bugünden daha da fazlaydı. Peki, neden birileri çıkıp da bugün aslında daha fazlaymış gibi bir hava yaratıp, üzerine fikir sunuyorlar? Bilemiyorum, binlerce nedeni olabilir. Ancak böyle düşünenler bilsinler ki, yanılıyorlar ve sorunların çözülmesini de asla istemiyorlar.
Kolayına kaçmak...
Henüz 5 yaşındayken öğrenmiştim okumayı-yazmayı... Anamın kulakları çınlasın, emeği çoktur. İlk okuduğum kitaplardan birisi de Aziz Nesin'dir. 7-8 yaşlarında akranlarım çubuktan "i" çadırdan "a" yapıp heceleyerek okumaya çalışırken, ben evde "Mahallenin Namusu" kitabını okuyordum. Linç kültürünü o günlerde tanıdım. Namus kavramının ne olduğunu o zamanlar araştırmaya başladım. Sonra daha o yaşlarda toplumun sorununu kavradım: Kolaya kaçmak...
Sosyal medya ne kadar verimli bir alan oldu bu 'kolaya kaçanlar' için... Herkes eline kocaman bir sopa almış, diline de kocaman bir küfür sıkıştırmış, ağzına geleni yazıp kendi hırsını tatmin etmeye çalışıyor. Herkeste ise aynı dert: Benim paramı çalıyorlar, benim güvenliğimi tehdit ediyorlar, benim kızım ne olacak, ben kızımı sokağa göndermeye korkuyorum...
Dikkat ediyor musunuz? Bizim yok! Benim... Çünkü herkes aynı düzlemde buluşuyor: Benim cebim dolu olsun, benim hayranım ve şak şakçım bol olsun, benim kızım rahat etsin, ben rahat edeyim, benim bok yemelerim ortaya çıkmasın? Ee? Ya gerisinden banane, ne halt ederse etsin...
Biz böyle çözebilir miyiz peki, sorunlarımızı sizce, gerçekten de... Yani ben zengin olursam, ben güçlü olursam; benim gibi olmayan kişilerin ne yaptığı ve ne yaşadığı da umurumda olmazsa, sorunlar çözülecek mi?
Ya cinsel istismarda cinsiyet ayrımcılığına ne demeli? Yani erkek çocukları istismar edilmiyorlar mı? Ediliyorsa da bu toplum için çok da önemli değil mi?
Yahu kabul edelim artık: Ortadoğuluyuz, aşırıyız, benciliz... Ülkede 100 kişiye sorsan 100 kişiden en az 99'u şöyle der:
"En büyük hayalim, sevdiğim kişiyle sıcacık bir evde ömür boyu mutlu yaşamak"
Peki, hayalde bir şey dikkatinizi çekti mi?
"Sevdiğim kişiyle"
Severken bile bencil değil miyiz sizce de?
Toplum olduğumuzu ancak linç kültürümüz ortaya çıktığında anlıyoruz. Ağzımızdan köpük saçarak bağırıyoruz: "Vurun kahpeye"... Karşımızdaki neden kahpe olmuş, biz bu günahın neresinde durmuşuz; acaba bizle birlikte kahpeye vuran kaç kahpe var aramızda? Umurumuzda bile değil... Küfür et rahatla, yumruk at rahatla; vur-kır rahatla...
Peki vicdanlarımız? Onlar da rahat mı?
Ben diyeyim mi: Rahat... Çok rahat hem de... Çünkü günah işleme özgürlüğümüzü kullandıktan sonra Kadir Gecesi dua ediyoruz. Komşumuz açmış-tokmuş umursamadan, binlerce dolar harcayıp Hacca gidiyoruz. Kendimize göre "gariban" birini bulup, sadakayı maaşa bağlıyoruz. Kur'an okutuyoruz, kurban kesiyoruz, tövbe ediyoruz. Vicdanımızı rahatlatıyoruz. "Yahu Cenab-ı Allah binini reddetse ille birini kabul eder" diye umuyoruz.
Toplumu, bilimi ve aklı kandırdığımız yetmez gibi kendi kendimizi kandırıyoruz. Üstelik vicdanlarımızı rahatlatırcasına bunu yapıyoruz.
Hani dedim ya, 8 yaşında başladım toplumu tanımaya diye... İlkokulda çevremden; kendi ailem dâhil tüm arkadaşlarımın ailelerinden duyduduğum şu iki tavsiyeden sonra anladım nasıl bir toplum olduğumuzu... Daha iyi anladım:
1- Askeriyeye gir hayatın kurtulur
2- Devlet memuru ol; salla başını al maaşını
Ben o günlerde anti-militarist oldum. O günlerde esnafa-işçiye-sanatçıya memurdan daha fazla sevgi ve saygı duymaya başladım. Bunda askerlerin ve memurların suçu yoktu: Suçlu toplumdaki bu algıydı. Üstelik yaşamım boyu da bu algının tersini yansıtan pek az insan tanıdım.
Niye yazdım tüm bunları peki?
Şunun için: Bir gün bu toplum, işin kolaycılığına kaçmayı da tüketecek. Bıkacak. Devletimiz, amiri-memuruyla, memleketin dört bir yanında "ilhamını bilimden ve fenden" alarak hizmet alarak hizmet verecek. Zengin olanlarımız, toplum can çekişirken, malvarlıklarını, tercihini bilimden yana kullanmış vatandaşlar için' harcayacak. Güçlü olanlar, güçsüzleri yumruklamayacak; gücünü adaleti tesis etmek için harcayacak. Bugünkü gibi durumlar yaşandığında, ellerindeki gücün kendilerine Türkiye Cumhuriyeti Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından bahşedildiğini bilecek ve ona ihanet etmeyecek.
Zengin olmayanlarımız ise maddi eksikliklerini tamamlamak için namusuna kadar tüm değerlerini, gururunu-onurunu satışa çıkartmayacak. Linç kültüründe oluşan dalgaya kapılıp, kenardan sıyrılıp bir yumruk da o vurmayacak. Dindar bir nesil değil; kendisi gibi olmayana kin duymayan bir nesil oluşacak. Toplumda önce Türk, önce Kürt, önce Müslüman, önce Sünni, önce Atatürkçü, önce HDP'li önce Erdoğancı, önce Reisçi falan değil; Önce İnsan olunacak. Kamuoyuna yansıyan taciz-tecavüz haberlerinin değil, henüz yansımayanlarının peşine düşülecek.
Ve 'dokunulmazlık' milletvekillerinden alınıp, çocuklara verilecek. Ama kız çocuklarına değil; erkeği-kızı tüm çocuklara verilecek.
O gün geldiğinde ise bu satırları okuyan kişi ellerini açıp, şu şekilde dua edecek:
"O günlerde bu Abim gibi düşüncelerin mekânı cennet olsun; yazısında anlattığı gibi yaşayanların, sadistçe toplumda ayrıştırma yaşatan herkesin de Allah bin türlü belasını versin, cehennemden çıkartmasın"