AKP tıpkı Milli Görüş geleneği gibi belediyeciliğe çok önem veren bir parti. Belediye başkanlığından cumhurbaşkanlığına uzanan bir süreç var ki, o süreç artık tek adamlığa dönüştü. AKP belediyeciliğinin iki temeli vardı; bir, gücün ve muhtaçlığın kanıtı olan sadaka belediyeciliği, iki, yaptıklarını ve yapacaklarını başta basın ve medya olmak üzere diğer iletişim araçlarıyla sağlatan reklam belediyeciliği.
Sadaka belediyeciliği aslında yardımı alan için günü kurtarır. Çalışamayacak durumda olanlar dışında ülkeye katma değer sağlaması için çalışma hayatına katılması gereken vatandaşı bağımlı ve muhtaç hale getirir. Bu belediyecilik türü gerçekten çok ahlaksız bir türdür. Burada yardımı yapan partinin gücü diğer partilere nispet eşliğinde kasten açığa çıkarılırken yardım alanın ise acizliği ortaya konulur. Yani güçlünün ve zayıfın yaptığı bir mantık evliliği gibidir. Elbette devlet ya da kurumsal bir anlayış insana el uzatır ama o el uzatmanın bir sonu olmayıp bu anlayış bir alışkanlık haline gelirse -ki öyle- işte orada bir sadaka düzeni vardır. Zaten AKP de bu sadaka belediyeciliği konusunda çok usta bir partiydi. Mahallelerdeki kadın teşkilatlanmasından tutun da tarikat önderlerini ayarlamasına kadar bu konudaki ustalığı ile sadaka belediyeciliğine ivme kazandırdı. Öyle ki, hileli seçim sisteminin getirdiği nimetler eşliğinde bu işin ekmeğini afiyetle yemeye hala da devam ediyor. Dahası, gücüne güç kattıkça devlet olanaklarını sömüren AKP'nin yandaşlarına verilen ihalelerden oluşan pastadan pay alan yandaşları ile birlikte kamuya soktuğu hileli ayrımcılık ve adamcılıkla yaratılan iş alanlarındaki kitlesini düşündüğümüzde AKP'nin rakipleri seçimlere birkaç sıfır geride başlar. Bu bir başarı mıdır, evet. Bu zamana dek suç barındıran tüm bu yaptırımlara müdahale edemeyen yargı, muhalefet vs. masum mudur, hayır. Fakat devlete tepeden tırnağa çöreklenen AKP yapılanması sömürü düzeni temelli olan esaslı bir kötülük içerir. Bu yüzden muhalefete muhalefet yapmaktan çok hırsızın hiç mi suçu yok demek bu süreçte daha doğru bir tavırdır.
AKP'nin reklam belediyeciliği ise kökü bencilliğe ve çıkarcılığa dayanan örneği ise o baskıcı faşist yönetimlerde görünen bir tanıtım anlayışının ürünüdür. Menderes'in radyoyu kullanması, Evren ve Özal'ın sıkça TV'ye çıkması nasıl ki, o zamanlar için tek bir noktadan halka ulaşıp kandırarak umut aşılama taktiği ise, AKP'nin bol kanalların, bol gazetenin olduğu bu dönemde yarattığı TV kanalları, dize getirdiği basın ve medya patronlarının gazeteleri, sözüm ona gazeteciler ve yerel anlamda kullandığı belediye ekiplerinin bilgilendirme amaçlı olarak telefonlara gönderdiği kısa mesajlar zihinlere kazınmanın ve bir parti olarak kendini adeta sonsuz bir devletmiş gibi kutsallaştırmanın taktiğidir. Bugün için o parti tek bir adamın tekelindedir ki, bu çok normaldir. Hangi faşist ve diktatörlük tek bir adamlık içermez ki. Siz hiç çift adamlı ya da 3-5 adamlı faşist bir idare örneğine rastladınız mı, tabii ki rastlatamazsınız, çünkü faşizmin reklam yüzü de tek adamdır. Tek adam gönüllerde taht kurar, onun ekibi de tek adamın ülkesini güzelleştirmek için çaresiz halka hizmet adıyla yardım eder. Doğal olarak bu hizmeti reklam anlayışı ile yapar. Köyden kente ya da yerelden genele sözde çaresiz halkın umudu düşmanları bol olan o tek adamdır ve tek adamın icraatları her yerde bir film gibi gösterime girer. Örneğin, devletin en tepesindeki makamın kimliği ile muhtarlara hitap etme geleneğini bir cumhurbaşkanı olarak o tek adam başlatmıştır. Dikkat ederseniz, muhtar en küçük yerel yöneticidir ama muhtar halka umut olan sonsuz güç tarafından önemsenir, çünkü muhtar halkla yüz yüze gelir ve tek adama giden bir muhtar önemsendiğini hissederek bunu yüz yüze geldiği halka anlatmadan durur mu, biraz zor. En azından artık akıllı bir telefonu varsa o anı ölümsüzleştirmiştir bile. Yani tek adamın gücü az da olsa muhtara bulaşmıştır. Tıpkı fantastik bir filmde ölüleri dirilten ya da ölümlüleri ölümsüzleştiren efsanevi bir gücün sıradan sayılan türlere bulaşması gibi. İzlenmiş bir sinema filminin dillerden dillere fısıltı gazetesi misali yayılması da cabasıdır.
AKP'nin sadaka ve reklam anlayışı belediyeleri alma gerçeğiyle hız kazandı. Şimdi ise AKP üç büyük şehir belediyesinden mahrum. Bir de sosyal medya denen bir mecra var ki, orada insanlar doğru ya da yanlış bir şekilde kendini ifade ederek veya yeni bilgiler edinerek bağımlılıktan uzaklaşan yeni bir dünyada buluyor kendini. Özellikle de genç yaştakiler. AKP'nin mumu yatsıya kadar uzun süre de olsa yandı ama o mumun sönmesi de ne gariptir ki, yargı ya da muhalefet ile değil, dijitalleşen dünyanın yaydığı sinerji ile beraber zamanla tek adamın da öleceğini kabullenen destekçilerinin o tek adamdan desteğini çekmesi sonucunda geliyor. Hatırlayın, Gezi Direnişi Twitter ile büyütülmemiş miydi? Ya da Ekrem İmamoğlu'nun başkanlığı desteğini tek adamdan çekenlerin iki seçimdeki hatırı sayılır katkısıyla gelmemiş miydi? Belediyecilik evlere ve zihinlere girebiliyordu, doğru. Fakat dijital dünya ceplere ve zihinlere binbir çeşitlilikle adeta ışık hızıyla giriyor. Dolayısıyla AKP'siz bir Türkiye'de yeni kötü niyetli yönetenlerin halkı kandıran sahtekarlıklar üzerine yeni planlar geliştirmesi gerekiyor. İyi niyetlerinin ise bir basın medya ve hatta sosyal medya devrimini halka yalan söyleyen suçluları yargılatacak ibretlik bir şekilde yapması gerekiyor. Arşiv unutmaz diye bir laf vardır. Şimdi siyasette en büyük arşiv dijital dünyanın eseri olan sosyal medya. Yani belediyecilik ustası tek adamlı partinin en yumuşak karnı.